21 Şubat 2016 Pazar

Kaiken

Kitapçıda geçirdiğim dakikalar boyunca kasaya götürmek için beş kitap seçmiştim ve bunların tamamı tarih ve siyasetle ilgiliydi. Roman okumayalı epey olmuştu ve son çıkanları da pek takip edememiştim. Bu yüzden bir tane de roman okumalıyım diye karar verip, Fransız yazar Jean-Christophe Grange'ın Kaiken isimli kitabını aldım. Yazarın kitaplarından hiçbirini daha önce okumamıştım. Seçmemin tek nedeni, kişisel merakım olan Japon kültürüyle ilgili oluşuydu.

Kitaptan bahsetmeden önce biraz ön bilgi vereyim. Kaiken (懐剣), kabaca hançerin Japoncası olarak tanımlanabilir. Özgün yazımdaki 懐:'kai'[1] ve 剣:'ken' hecelerinin birleşimiyle 'cep kılıcı' anlamına gelir. Yaklaşık 20-25 cm uzunluğunda, tek ya da çift keskin kenarlı, samuray dönemine ait bir hançerdir. Kısa olması iç mekan savunması için uygunluk sağlar. Ancak daha çok bilinen özelliği kadınların kullanımına yöneliktir. Kadınlar kaikenlerini kimonolarının içinde saklar, kendilerini korumak ya da intihar etmek için kullanırlardı. Samurayların seppuku (切腹), veya daha çok bilinen adıyla harakiri (腹切り)[2] yaparak intihar etme yönteminden farklı olarak, karınlarını keserek değil, boyunlarının sol yanındaki damarları keserek çok daha kanlı bir yöntemle intihar ederlerdi. Kimi zaman samuraylar, ölecek olurlarsa eşlerine kendilerini takip etmelerini tembihler ve kadınlar  hayatlarına böyle son verirdi. İlla böyle bir tembih olmaksızın, hatta aksi yönde uyarı almış olsalar bile, ölümden sonra eşlerine kavuşmak isteyen kadınların da intihar ettikleri olurdu. Kitapta da kaikenin bu özelliğine atıf yapılıyor.

Kitap için, Amerikalıların 'crime fiction / thriller' filan dedikleri bir cinayet romanı diyebiliriz. Polisiye kategorisine de sokabiliriz, her ne kadar beni pek germediyse de kapağında yazdığı gibi gerilim/macera kategorisine de sokabiliriz. Kalıp olarak da fazlasıyla Amerikanvari bir kitap. Bu standarda uygun olarak kısa kısa yüze yakın bölümden oluşuyor. Farkı şu ki, yazar Fransız, karakterler Fransız, konusu da Fransa'da geçiyor. Kaiken adının hakkını verme gerekliliğinden, yazar son bölümleri Japonya'ya kaydırmış ve bazı karakterleri Japon olarak yaratmış.

Amerikan muadilleri ile karşılaştırınca kitabı pek başarılı bulmadım. Kıyaslama açısından, çok severek okuduğum David Baldacci romanlarını örnek vereyim. Baldacci romanlarının genelinde karakterler başlarda tanıtılır, bölümden bölüme olaylar gelişirken suçlunun kim olduğuna dair okuyucunun şüpheleri birinden diğerine çekilir, en son bölümlere kadar heyecan korunur ve "vay canına" dedirten sürprizler ve sonuçlar olur, en sonunda noktaları birleştirince mantıklı bir dizilim ortaya çıkar. Kaiken'de durum öyle değil. Önce karakterler kısmen tanıtılıyor ve olaylar sıralanmaya başlıyor. Okuyucu olarak siz bu yapboz parçalarını birleştirerek resmi elde etmeye çalışıyorsunuz. Ancak kitabın yarısına gelince resmin çözümü size veriliyor. Elinizdeki parçaları çözüme uygulayınca görüyorsunuz ki, size resme ait olmayan birçok fazladan parça verilmiş. O zaman bunlar niye verildi diye sorunca tamamlanması gereken başka bir resim daha olduğu ve o parçaların diğer resme ait olduğu söyleniyor.

Başlarda, iç içe geçmiş iki konu tek konuymuş gibi anlatılarak saçma bir şaşırtmaca yaratılıyor ve kitabın ortasında biri çözülünce diğeri devam ediyor. İkinci olaydaki suçlu hangisi olabilir diye düşünürken, kitabın baştan itibaren hiçbir yerinde olmayan bir karakter en son bölümlerde konuya dahil olup suçlu olarak tanıtılıyor. Yine yapboz örneğini vereyim: yazar size 'al bu parçaları birleştir resmi çöz' diyor, uğraşıyorsunuz uğraşıyorsunuz, sonra 'şaka şaka, bir parça saklamıştım, bunu da koy, şimdi olacak' diyor. Yani ilk konu için fazladan parçalar verip, ikinci konu için eksik parçalar veriyor. Bu durumu, yazarın ne kadar Fransız olduğunun bir kanıtı olarak kabul edebilir miyiz acaba?

Kitap, konu bütünlüğünden uzak, heyecansız ve zevksiz. Anlatıma alışınca, artık yeni bir olay olduğunda 'faili kesin yeni biridir' diye düşünüyorsunuz. Ana karakterin Japon karısı ve iki oğlu olması, yabancı ülkede yaşamanın getirdiği zorlukların ve mücadelenin doğru analizlerle anlatılması olmasaydı, ortada bir yerde kitabı okumayı bırakabilirdim. Aynı durumu birebir kendi hayatımda yaşadığım, hatta yaşamakta olduğum için empati kurmakta güçlük çekmedim. Bu da kitabın sonunu getirmemde etkili oldu. Yazarın anlatım deneyimi sayesinde de okuru çok fazla bıktırmadığını söyleyebilirim. Yazarı sadece bir kitabı ile sınıflandırmak doğru olmaz. Yine de, tekrar bir roman almak istersem bu yazarın başka bir kitabını seçeceğimi sanmıyorum.
_________________________________________________________________________________
[1] 懐 kanjisi tek başına kullanıldığında 'futokoro' olarak okunabilir. 'Cep' anlamı yükleyerek biraz modernleştirmiş sayılabiliriz. Zira samuray döneminde kullanılan kimono adlı giysilerde cep yoktur. Ancak birbirinin üzerine örterek kuşakla birleştirdikleri yakaların iç kısmını cep gibi kullanırlar, örneğin, para keselerini de burada bulundururlardı. Bu yüzden, kullanım amaçları gözetildiğinde 'kai' kanjisi için cep tanımlaması doğru sayılmalıdır.
[2] Dikkat edilirse, seppuku ve harakiri kelimelerinin özgün yazımdaki ideogramları yani kanji karakterleri aynıdır ancak ters dizilmiştir. Harakiri için ayrıca Ri:'' karakteri eklenmiştir. Okunuşları farklıdır. Her ikisinde de kelime anlamı "karın kesmek" olmaktadır. Seppuku samuraylar tarafından söylenir ve daha saygın, törensel olayı ifade eder. Harakiri ise nispeten kaba bir anlam taşır, sıradan halk tarafından kullanılır.
[3] Kaiken fotoğrafı şu siteden alınmıştır: http://www.yamana1zoku.org/uploads/photos/45.jpg

18 Şubat 2016 Perşembe

Korku

Memleketimin her yerinde ateş var. Ülkemi yaşanacak yer olmaktan çıkardılar. Bir sonraki bombanın nerede, ne zaman patlayacağı, kimlerin öleceği belli değil.

Ne güzel korkularımız varmış eskiden.

Bayram harçlığı az verilecek diye korkardık çocukken. Almak istediğimiz bir şey olurdu, hesaplardık, babamdan şu kadar, dedemden bu kadar gelirse alabiliriz diye. Şimdi...dinci teröristler bayramda tepemize bomba yağdırır diye korkuyoruz.

Sınavlardan korkardık. Ortaokulda, lisede, dört buçuktan beş alıp dersten geçmek çok önemliydi mesela. Kredili sistemle lise bitirenler bilmez; Eylüle kalmak diye bir terim vardı. Sene sonu karnesinde zayıfı olanlar Eylülde bütünleme sınavına girerdi. E yaz bütün çalışmak lazım gelir, tatil zehir olurdu. Hele bazı tipler vardı, sınavda bir iki puanla 10'u kaçırıp 9 aldıkları için hüngür hüngür ağlarlardı. Bunlardan biri akrabamdı mesela. Aile büyükleri filan üzülme, bir daha ki sefer 10 alırsın, aman da ne şirinmiş, abucuk gubucuk, diye teselli ederdi kızcağızı, yazık! Bunlar için daha büyük bir korku yoktu. Şimdi...kendi çocuklarımız var. Sınavdan filan vazgeçtik, hiçbir şey okuldan sağ salim dönmelerinden daha önemli değil.

Bir kızı severdik. Başkasını tercih ederse dünyanın sonu gelecek sanırdık. Hele tanıdığımız, hele hele gıcık aldığımız biri olsaydı mesela. Bundan daha büyük bir felaket akla gelmezdi. Halbuki ne büyük lüksmüş. Şimdi...evliyiz, eşimiz dışarı çıktığında bir terör saldırısına kurban gider mi diye korkuyoruz.

Ramazanda oruç tutardık. Eşimiz dostumuz iftara davet eder, yetişememekten korkardık. Öyle tam iftar vaktinde gitmek de olmazdı. Sadece yemek yemeye gitmişiz gibi zannedilmesinden korkardık. Tatlımızı alır önceden gider, hazırlığa yardım eder, yemek sonrasında da uzun uzun sohbet ederdik. Şimdi...hasta olsak, yobazın biri ramazanda ilaç içerken görse çeker vurur diye korkuyoruz.

On altı ay askerlik yaptım. Yedek subay olarak. İlk dört ayı acemi birliğinde geçti. İnanın, suyumuzu çıkardılar. Yanlış bir şey yapar da komutanlarımız kızar mı diye korkardık. Hele ters günlerine denk gelmişsek canımıza okurlardı. Şimdi...oturduğumuz yerden haberleri izlerken, biri daha şehit olur mu diye korkuyoruz. Kızan komutanlar da neymiş; tabutu al bayrağa sarılı şehidin cenazesinde gözyaşlarına boğulmuş bir komutan görmekten korkuyoruz.

Korkular bile özlenirmiş meğer. Ne güzellermiş eskiden.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Kitap, Kahve, Kek ve Biraz da Şaklabanlık

Sekiz ayını dolduran küçük oğlum iyice dillendi artık. Daha önce anlamsız sesler çıkartıyordu ama artık belirgin bir şekilde harfleri telaffuz edip anlamsız kelimeler söyleyebiliyor. Dört yaşına yaklaşmakta olan abisinin okulda olduğu sabah saatlerinde, hava da yağışlı değilse, Bağdat Caddesi'nde eşim, ben ve Kayra biraz yürüyüş yapıp bir kafede vakit geçiriyoruz. Kahve içtiğimiz, bazen yanında bir de kek ya da pasta paylaştığımız bu saatler, kitap okumak için de bulunmaz bir fırsat yaratmış oluyor. Kayra genelde uyumuş olsa da, uyanık olduğunda haliyle ilgi bekliyor. Bu yüzden okumayı bırakıp onunla biraz şakalaşıyoruz. Bir kıskançlığı tetiklememek için abisinin yanında fazla sevgi gösterisi yapmamaya özen gösterdiğimizden, onunla doyasıya şakalaşabildiğimiz bir fırsat da böylece elimize geçmiş oluyor. Bu saatlerdeki halimiz, eşimin makinesinden fotoğraflara işte gördüğünüz gibi yansıyor.