4 Şubat 2014 Salı

Zemberekkuşu'nun Güncesi

Başlık, Haruki Murakami'nin aynı adlı eserinden alınmıştır. Yeni bitirdiğim bu kitabı, bir kitap kurdu olan kuzenim çok methetmişti. Ayrıca bir başka arkadaşım da bu kitabı, Murakami kitapları arasında en sevdiği olarak nitelediğini söylemişti. Hal böyle olunca, tüm eserlerini büyük bir zevkle okuduğum yazarın bu kitabını, diğer kitaplarını bitirdikten sonra okumak üzere sona ayırdım. Bu benim genel bir huyumdur aslında; örneğin, tabaktaki yemeğin en sevdiğim kısmını en son yerim ki ağzımda onun tadı kalsın. Zemberekkuşu'nun Güncesi'ni de methiyeler üzerine sona bıraktım, çok da zevk alarak okudum ama benim en favori Murakami kitabım olmayı başardığını söyleyemem. Yazarın 1Q84, Sahilde Kafka ve İmkânsızın Şarkısı adlı eserleri, benim sıralamamda daha yukarıda yer alır.

Kitap, yazarın diğer eserleriyle de yer yer benzerlikler taşıyordu. Örneğin, kaybolan bir kedi ve onun bulunması için özel birisinden yardım istenmesi Sahilde Kafka kitabında da işlenmişti. Fikrimce, yazar bu fikri kafasında geliştirirken ortaya iki farklı konu çıkmış ve ikisini ayrı ayrı kitaplaştırmış. Ancak Zemberekkuşun Güncesi'nin ilk basımının 1995 iken Sahilde Kafka'nın 2002 olduğunu gözardı etmemek gerekir. Bu durumda sonraki kitabını yazarken, aynı kavramı önceki kitabından alıp kullanmak istemiş olabilir.

Ayrıca 'Kafka', Sahilde Kafka kitabının başkahramanın kullandığı takma isim iken, Zemberekkuşu'nun Güncesi'nde 'Malta' ve 'Girit' takma adlarını kullanan karakterler var. Şunu da belirtelim ki, Japonca dili bu kelimelerin doğru telaffuz edilmesine ve yazılmasına olanak vermez. Kafka ka-fu-ka olarak yazılır ve söylenirken, Malta ma-ru-ta olarak yazılır ve söylenir. İngilizcesi Cretan olan Gitit ise,  Ku-re-ta şeklini alır. Japonca'da L telaffuzu yoktur, R olarak söylenir ve -sadece N harfi istisna olmak suretiyle- tüm heceler sesli harfle bitmek zorundadır. Yazarın kitaplarında kullandığı bu tür seçimler haliyle dikkat çekici bir nitelik kazanıyor.

Kitap; işinden ayrılıp, üzerine bir de karısı tarafından terkedilmesiyle yön bulma arayışına giren bir adamın etrafında geçiyor. Değişik kişilikli insanlarla tanışıp, onlarla birlikte hayatı yönlenmeye başlayan bu adam tüm çabasını, terkedildiği karısının aslında büyük bir tehlikede olduğunun farkına vararak onu tekrar bulmak ve ait olduğu yere, evine dönmesine harcamaya başlıyor. Sanırım bu kitabı, kuzenimin ve arkadaşımın en favori kitabı yapan işte tam da bu temaydı. İnsanlar kendilerini kitaplardaki, filmlerdeki karakterlerle özdeşleştirirler, veya hayatlarında o gibi karakterle karşılaşma özlemini duyarlar. Kuzenim ve arkadaşım bayan oldukları için -ve sanırım henüz evli olmadıkları için- kendisini terk eden karısını aramak için büyük bir mücadeleye giren böyle bir adamın hayatlarına girmesinden büyük bir memnuniyet duyacaklardır. Oysa bir erkek için, aldatılmış ve terk edilmiş bir adam hiç de imrenilecek bir karakter olmaz.

Henüz okumamış olanlar için kitabın daha fazla ayrıntısına girmeyeyim. Ancak son olarak bu satırlara kitaptaki şu sözleri taşımak istiyorum: "Bu ülkede bir insanın anlayışı ne denli kıtsa, ulaşabileceği iktidar derecesi o denli yüksek oluyor"(s.686). Bu cümle bir Rus subay karakteri tarafından, 1940'lardaki Sovyetler Birliği için söyleniyor. Benim ilgimi çekmesinin ve bu satırlara taşıma isteği doğurmasının asıl nedeni ise, bu tanımlamanın, bugünün Türkiye'si için gayet rahat yapılabilir olması.

Zemberekkuşu'nun Güncesi, yaklaşık 750 sayfasının her biri heyecan ve sürprizlere dolu çok güzel bir eser. Yazarın geçen sene çıkan son kitabı da nihayet tercüme edilerek Türkiye'deki kitapçılarda yerini aldı. Geçtiğimiz Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday olmasına rağmen verilmemesinin hayal kırıklığını duyduğum Murakami'nin yeni kitabını bitirdiğim zaman, onun hakkında da yazacağım.