26 Ocak 2013 Cumartesi

26.01.2013

Bir fabrikya gitmeyeli epeyi uzun bir zaman olmuştu. En son yirmi yaşımda üniversite öğrencisiyken Adana Bossa fabrikasında bir ay staj yapmıştım(1995). O zamandan sonra ilk kez, bu sefer İzmit'te, yine bir Sabancı fabrikasına gittim. Bu kez onların müşteri olduğu bir iş toplantısı içindi.

Sağolsunlar, misafirliklerinde, uzun zaman sonra fabrika yemekhanesinde öğle yemeği yedim. Bir taraftan staj günlerimi hatırlatan şeylerle karşılaşırken diğer taraftan aradan geçen zaman içinde değişen olguları da görme imkanım oldu. En basiti, artık giriş-çıkış kartları elektronik okuyucular tarafından okunuyor. Staj zamanımda bize karton bir kart verilmişti. Bu kartı giriş ve çıkışta bir makineye okutuyorduk, o makine kartın üzerine tarih-saat belirten bir damga vuruyordu. Yemekhaneden yemek almak için de ayrı bir kart vardı. Ama tüm fabrika çalışanlarının, mevki ayırımı olmaksızın aynı yemekhanede, hepbirlikte olduğumuzu hatırlıyorum. Tıpkı bu ay iki kez gittiğim fabrikada olduğu gibi.

Önümüzdeki hafta tekrar Ankara'da olacağım. Sonraki hafta da tekrar fabrikayı ziyaret edeceğiz. Daha önce de söylediğim gibi, bu ziyaretlerin zor olan yanı oğlumdan uzak olmak ve oğlumun bakımında eşime yardım edemiyor olmak. Neyse ki, annem İstanbul'da. Bu yüzden şu yoğun iş döneminde gözüm çok da arkada kalmıyor. Onun, torununa olan sevgi dolu bakışlarını yakalayarak fotoğraflamak çok eğlenceli oluyor.

18 Ocak 2013 Cuma

Ankara Yeniden

Seneler sonra, iş seyahati için tekrar Ankara'daydım.

1999'da Polatlı Topçu ve Füze Okulu'nda geçirdiğim dört aylık yedek subay eğitim döneminde hafta sonları Ankara'da gezme iznimiz vardı. Cumartesi geceleri akrabalarımda kalır, 2 gün şehirde gezerdim. Ancak bu dört aylık dönemin ortalarında, bizim birlikten birileri arabayla kaza yapınca "ikinci bir emre kadar" tüm izinler iptal edildi. Böylece birlikteki herkes gibi eğitim döneminin son hafta sonlarını kışlada geçirdim. Daha sonra yedek subaylık görevimi yapmak üzere KKTC Gemikonağı'na gittim.


2000'de İstanbul'da işe başladım ve iş gereği en çok Ankara'ya gittiğim dönem de bu ilk işim sebebiyle oldu. En son 2006 senesinde, halen görüşmekte olduğum arkadaşımla gitmiştim. Şehir merkezinde bir otelde ilk ve tek kez o zaman kaldım.

Şirkete yakın olduğu için genelde Bilkent'te kalırdık. Yeni işyerimin Ankara ofisi de Bilkent'te olduğu için bu haftaki ziyaretimde de Bilkent'te kaldım. Bu kadar zaman geçmesine rağmen farkettiğim bir değişiklik neredeyse yoktu. Hele Ankuva denilen yer 1999'da gördüğümden bile daha kötü gibiydi; hiçbir yenilik yapılmamıştı. Ama, ancak göz atabilecek kadar gördüğüm kadarıyla Ankara silüetini kule vinçler oluşturuyordu.


Şehir içine gitmedim zira şu ilk dönemlerde sıkı çalışmamız lazım. İşin başında ne kadar sıkıntı çekersek sonunda o kadar rahat ederiz. Bu ilk aylarda birkaç kez daha Ankara'ya gideceğim gibi görünüyor.

İş gezisi olmasına rağmen seyahatin en güzel yanı çok eski arkadaşlarımı görme imkanı bulmuş olmamdı. 20 sene önce üniversitede birlikte olduğumuz bu arkadaşlarımdan biri ile zaten şu anda birlikte çalışıyoruz ama yine üniversiteden arkadaşımız olan eşini uzun zaman sonra ilk kez gördüm. Konuştuğumuz konular artık filancanın sevgilisi değil çocukların bakıcısı, ders geçme değil çocuklarımızın eğitimiydi.

Sayahatin diğer iyi tarafı yeni insanlarla da tanışmış olmanın yanı sıra beş saatlik otobüs yolculuğu süresinin eşsiz bir kitap okuma fırsatı olmasıydı. Eh, bir de zor tarafı var, o da ailemden uzak olmaktı. İki gün sonra tekrar gördüğümde oğlum biraz daha büyümüş gibi göründü gözüme. Meselâ, iki gün öncesine göre anlaşılmaz kelimeleriyle daha uzun cümleler kurmaya başlamış. Haftasonu da çalışmam gerek ama hiç olmazsa sesini duyabileceğim kadar yakın olacağız.

11 Ocak 2013 Cuma

İnsan Kaynakları ve Evlilik Programları

İş görüşmesinde, şirketteki insan kaynakları elemanının görüşmeye gelen kişiye sorduğu ilk soruyla, kendine eş bulmak için televizyondaki evlilik programına çıkan kişinin talibine ilk sorusu aynıdır, hiç değişmez:
"Biraz kendinizden bahseder misiniz?"

Aynı şirketin İnsan Kaynakları ekibinde çalışan üç bayan, yemek için verilen öğle arasında, bir alışveriş merkezinin yemek bölümünde toplanmış, yan masada yemek yiyorlardı. Bu bayanlardan en şişman olanı en fazla makyaj yapmış olanıydı, en kısa boylu olanı en hızlı konuşanıydı, en bakımlı ve şık görüneni de konuşurken İngilizce kelimeleri en çok kullananıydı. Bu üç bayanın yemekteki konuşamalarında hemfikir oldukları tartışma konusu ise evlilik programlarının "rezilliği", oraya çıkan insanların "aptallıkları, cahillikleri, basitlikleri" ve bunlar gibi şeylerdi. Yanlış hatırlamıyorsam konuyu şişman olan açmıştı, parmağında alyans yoktu.

Sanırım kendi işlerinin bir parçası olan işe alım sürecinin, evlilik programının işleyişiyle aynı olduğunun farkında değillerdi. Halbuki, her iki görüşmenin bütün soruları bile aşağı yukarı aynıdır.

Örneğin;
Evlilik programı:
"Biz canlı odaya geçip biraz daha konuşalım."
İnsan Kaynakları:
"Sizinle ikinci bir görüşme yapmak istiyoruz."

Evlilik programı:
"Geliriniz ne kadar?"
İK:
"Mevcut paketinizde ne kadar alıyorsunuz?"

Annem sağolsun, özellikle Esra Erol'un sunduğu evlilik programını sürekli seyreder. Kulakları artık iyi işitmediği için, bizim eve geldiğinde de bu programı seyrederken televizyonun sesini iyice yükseltir, böylece mecburen biz de seyrederiz. Son zamanlarda daha sık iş görüşmelerine gitmiş olduğum için, programı izlerken gördüğüm benzerlikler şaşırtıcı derecedeydi. Sadece kalıplarının, sorulan soruların neredeyse aynı olmalarının yanı sıra, koca bulmak için programa çıkan hanımların hal ve tavırları da -karşılaştıklarım genelinde- İK'ndaki hanımlarınkiyle aynı ölçüde yaratıcılıktan uzak, kendini tekrar eden, seçici konumunda olmanın verdiği sonradan görmüşlük havasındaydı. Öyle ki, bir ara bu hanımların eğitim ve görgü seviyelerinin de aynı olabileceği hissine kapıldım.

İK'nın işe alım süreci ile evlilik programındaki eş seçim sürecinin benzerlikleri, en başından itibaren şöyle:

1. Evlilik programında eş arayan kişi, kameranın karşısına geçip kendisine talip olacakların kriterlerini duyuruyor. / İK, pozisyon için başvuracakların kriterlerini belirleyip ilan veriyor.
2. O kişiye talip olan kişi evlilik programını arayıp telefonla bağlanıyor, konuşuyorlar, uygunsa programa davet ediliyor. / İK, başvuru sahibi ile telefon görüşmesi yapıyor, uygunsa şirkete davet ediyor.
3. Evlilik programında iki kişi önce paravanın arkasından, birbirlerini görmeden konuşuyorlar. / İş görüşmesi, nihaî kararı verecek olan yöneticinin katılımı olmadan yapılıyor. Tabii ki, her ikisinde de ilk soru: "biraz kendinizden bahseder misiniz".
4. Paravan açılmadan önce seçici kişi "Ahmet abiden ve Leyla abladan yorum almak istiyorum" diyerek onlardan görüş alıyor. / İK, "kendi içimizde değerlendirme yapacağız" diyerek ilk görüşme sonlanıyor. Burada fark olarak görülebilecek olan şey, birinicide yapılan yorumları talip olan kişinin de duymasıdır, ancak yine de program katılımcıları birbirleriyle program dışında da birlikte oldukları için (meselâ, bazıları oda arkadaşıymış) talip hakkındaki değerlendirmeler o olmadan da yapılıyor. Yani her ikisinde de iç değerlendirme meselesi aynı.
5. Evlilik programındaki "elektrik alma" kavramı yani paravan açılınca adayların birbirini ilk kez görmeleri ile iş görüşmesindeki ilk intiba kavramı aynı. Bu arada, her iki 'ilk görüşme'nin sonlarına doğru yine aynı soru soruluyor: "sizin sormak istediğiniz bir şey var mı".
6. Evlilik programında, paravan açıldıktan sonra seçici kişi uygun bulursa "canlı odaya" geçip görüşüyorlar. / İK, uygun bulursa başvuru sahibini ikinci görüşmeye çağırıyor.
7. "Canlı oda" görüşmesinden sonra seçici olan kişi görüşünü olumlu olarak bildirirse "çay içmeyi" teklif ederek birbirlerini daha yakından tanımak üzere sözleşiyorlar. / Bu olay da şirkette yeni işe başlayan elemanın, genelde iki ay olan deneme süresi(İngilizcesini daha çok seven bayanın tanımıyla 'probation period') ile aynı. Şirketin görüşü olumluysa teklif gidiyor, eleman işe başlıyor, iki aylık deneme süresi böylece başlıyor.
8. Çiftler anlaşırlarsa evleniyorlar. Programda bazen nişan bile takılıyor ve hatta bazen çiftler programa gelinlik-damatlıkla geliyorlar. / Şirkette de iki aylık deneme süresi sonunda her iki tarafın da görüşü olumluysa çalışma birlikteliği devam ediyor.

Birçok güncel İK bildirimlerinde, okuduğum kaynaklarda, görüşmeye "kendinizden bahseder misiniz" sorusu ile başlamanın tercih edilmemesi gerektiği çünkü konunun odağından uzaklaşıldığı, görüşmeye gelen elemanın "enerjisini ve konsantrasyonunu düşürdüğü", bunun yerine yönlendirici ve görev tanımına yönelik sorularla görüşmenin şekillenmesi gerektiği belirtilmesine rağmen Türkiye'deki İK elemanları buna pek riayet etmiyorlar. Israrla bu soru ile başlamaya bayılıyorlar. Bunun benim gördüğüm nedenlerinin başında, İK elemanlarının seçici konumunda olmanın verdiği kibirle yenilikleri takip etmekten aciz olmaları, değişimden kaygı duymaları ve özellikle yapmakta oldukları işin gerektirdiği altyapıdan yoksun olmaları geliyor. Sözgelimi, bugüne kadar karşılaştığım ve aynı şirkette çalıştığım İK elemanlarının neredeyse hiçbiri sosyoloji, psikoloji eğitimlerine sahip değillerdi. Aralarında Şehir ve Bölge Planlama mezunu olan bile vardı. Sahip oldukları iş için gerekli altyapıları olmamalarına rağmen, kendilerini kimin hangi işe verilmesi gerektiği konusunda ehil görmeleri ilginçtir. Değişmez kuralmış gibi söylemek elbette yanlış olur, zira hangi kıyafetle hangi çantayı almaları gerektiğini bildikleri kadar, hangi pozisyona kimi almaları gerektiğini ya da terfi ettirmeleri gerektiğini bilenler de yok değildir.

İşte her iki görüşmedeki diğer benzer sorular:
"Ben neden sizi seçmeliyim?" / "Sizi neden işe almalıyız?"
"Kendinizi beni kaldırabilecek güçte hissediyor musunuz?" / "Stres altında çalışabilir misiniz?"
"Eşinizin ne yapmasından hoşlanmazsınız ?" / "Sizi en çok ne demotive eder?"
"Daha önce kaç evlilik yaptınız?" / "Daha önce hangi işlerde çalıştınız?"
"Çocuğunuz var mı?" / "Sektör deneyiminiz var mı?"
"Benim için neler yapabilirsiniz?" / "Başvurduğunuz pozisyona neler katabilirsiniz?"
"Önceki eşinizden neden ayrıldınız?" / "Önceki işinizden neden ayrıldınız?"
"Arabanız var mı?" / "Şirketiniz araba veriyor mu ya da yol yardımı yapıyor mu?"
"Bana talip olmanızın sebebi ne oldu?" / "Bu işe neden müraccat etmek istediniz?"

Evlendirme programının güzel yanlarından biri de stüdyoda canlı müzik yapan bir grubun olması. Bu grup aralarda şarkılarla eşlik etmenin yanı sıra, sorulara ya da cevaplara göre ünlem niteliğinde kısacık tınılar çalıyorlar. İş görüşmelerinde de İK'nın yersiz sorularında böyle efektler olsa yüz ifadelerini görmek çok eğlenceli olabilir.

6 Ocak 2013 Pazar

06.01.2013

Yakın arkadaşlarımız Emre ve Sema'nın ev sahipliğinde yeni yılın ilk buluşmasını bugün gerçekleştirdik. Birlikte kahvaltı edip çay içerek, sohbet edip çocuklarla oyun oynayarak günün keyfini çıkardık, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık.

Sokağa çıkardığımızda, pencerenin önüne getirdiğimizde hiç sesi çıkmadan etrafı seyretmeyi çok seven oğlum, arkadaşı Selin'in evinde de bu huyundan vazgeçmedi. Selin'in sandalyesine oturup ilk kez gördüğü yerleri keyifle izledi. Selin yürüyüp koşabildiği için biraz daha peşinde koşmak gerekiyor. Bakalım bizim oğlan da ayaklandığı zaman tekrar biraraya geldiğimizde neler olacak?



5 Ocak 2013 Cumartesi

Atatürk'ten Adana Halkına Sesleniş

Bugün 5 Ocak, memleketim olan Adana'nın işgalden kurtuluşunun yıldönümü. Babamın büyükbabasının Fransızlarca silahlandırılmış, kışkırtılmış, düşmanlaştırılmış ve nihayet kuduz köpekler haline getirilerek Türklerin üzerine salınmış Ermeniler tarafından katledilmesine sebep olan işgalin sona erdiği günün yıldönümü (ilgili yazı: Büyük Büyükbabamın Katledilişi).

Aşağıdaki söylemi okuduğum kitaplardan birinde bulmuştum ve aktarmak için bugünün uygun olacağını düşündüm. Atatürk, Lozan Anlaşması'nın imzalandığı günlerde Adana'ya gelmiş, halka sesleniyor ve hayranlık verici tarih bilgisini de ortaya koyarak şu sözleri haykırıyor:

"...Haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakları yoktur. Memleketiniz sizlerindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk'tü, hâlâ Türk'tür, sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket kadim asırlardan beri çok kere istilalara uğramıştı. Aslında ve en başında Türk ve Turani olan bu ülkeleri İraniler zapt etmişlerdir. Sonra bu İranileri yenen İskender'in eline düşmüştü. Onun ölümüyle mülkü taksim edildiği vakit Adana Kıtası da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istila etmiş, sonra Doğu Roma yani Bizanslıların eline geçmiş, daha sonra Avrupalılar gelip Bizanslıları kovmuşlar. En nihayet Asya'nın göbeğinden tamamen Türk soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi asıl ve eski hayatına yeniden kavuşturdular. Memleket nihayet asıl sahiplerinin elinde kaldı. Ermenilerin, vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur; bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir..."*

Kutlu olsun.

Kaynak:
* Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1997, s.130 (aktaran: Sinan Meydan, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, 2008, s.35)

1 Ocak 2013 Salı

2013

2013'e dört kişi girdik. Ben, eşim, annem ve ilk yılbaşısı olan yedi aylık oğlum. Sofra hazırlama işini hanımlar üstlendi, şampanya açma işini de ben üstlendim. Bana mı öyle geldi bilmem ama ilk kez hem görsel ve yazılı, hem de sosyal medyada bu sene daha az yeni yıl geyikleri yapıldı. İnsanlar herhalde 21 Aralık'ta kıyametin kopacağına kendilerini çok şartlamış olacaklar ki yılbaşı için daha az hazırlık yapmışlar.


Yarın yeni işe başlayacağım için eşim ve oğlumla son öğleden sonra gezmelerini yapıyoruz. Yılbaşı hediyesi alışverişlerini son güne bırakan insanlar sayesinde cumartesi ve pazar günleri Cadde tıklım tıklım doluydu. Bu yüzden son birkaç günkü gezmelerimiz biraz zor geçti ama bugün daha az kalabalık olacağını düşünerek son öğleden sonra yürüyüşümüzü yapacağız.

Einstein'ın harika bir sözü vardır, şöyle der: "Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar karmaşık değildir. İnsanlar sadece 2’ye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar." Bu sözler ışığında 2013 yılının tüm iyi insanlara güzellikler getirmesini diliyorum.