28 Ekim 2011 Cuma

Babamsız 3 Sene

Babamsız 3 sene geçti bugün. 28 Ekim 2008’de kaybettik onu. 29 Ekim’de toprağa verdik.
2008'deki, coşkuyla kutlayamadığım tek Cumhuriyet Bayramı’dır.


Hani Can Yücel’in bir şiiri vardır, Hayatta ben en çok babamı sevdim diye başlar, işte benimki de o hesap. Ergüven dayımı babamdan 16 sene önce kaybetmiştim. 17 yaşındaydım. Hayatta en çok onun ölümüne yandım. Nasıl oluyor, hem en çok babanı sevip hem en çok dayına yanıyorsun demeyin. Onu sizden önce annem söylemişti zaten. Şöyle demişti: "sen babanın ölümüne o kadar çok üzülmedin".

Hayattaki ilk büyük acıdır dayım. Ondan hemen 3 ay sonra Selami dayımın ölümü ise tam bir sarsıntıydı. Hayatımın bir parçası olan insanların ölümünün neler yarattığını işte o zaman gerçekten anladım. İşte o zaman bir gün babamın da öleceğinin farkına vardım.

Bazen, öleceksek beraber ölsek de bu acıyı tekrar yaşamasam diye düşündüm.
Sonra büyüdüm.

Babam her hastalandığında, ameliyat olduğunda bir gün ayrılacağının mesajını verip farkında olmadan beni buna hazırladı. İşte bu yüzden babam öldüğünde, annemin söylediği gibi "o kadar çok üzülmedim". Çünkü üzüntümü senelere çoktan beridir dağıtıyordum. Anneme cevap vermememin başka sebepleri de var ama onlar bana kalsın.

Birlikte geçirdiğimiz zaman boyunca en güzel hatıralarımda babam vardır. O hatıraları yeri geldikçe zaman zaman bu satırlarda yazabilirim.

Ama bugün değil.

Üç senedir onu görmüyorum, çok özlüyorum ve bir gün tekrar buluşacağımızı biliyorum.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Van Vatan Toprağıdır

İlk olarak kötü zamanlar geçirmekte olduğumuz ülkeme büyük geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Allah’tan yardım ve sabır diliyorum.

İkinci olarak teröre karşı büyük duyarlılık göstererek en basit ifade şekliyle evlerine bayraklar asmış ülke halkımın bu duyarlılığını resmederek bloguna taşıyıp Japon arkadaşlarına ve akrabalarına ileten eşimle gurur duyduğumu belirtmeyi borç biliyorum.

Şimdi geleyim Van’a..

Evet, Van’da yıkılan ve altından yüzlerce ölünün çıkarılmakta olduğu binaların yapımındaki baş sorumlu belediyedir ve belediye DTPlidir.

Evet, Van 8 milletvekili çıkarmıştır ve bunların yarısı AKPli, diğer yarısı DTPlidir.

Evet, sivil halkımıza, polislerimize ve askerlerimize yapılan saldırılar öncesinde Türkiye’ye “dilim söylemeye varmıyor ama kötü şeyler olacak” tehditini savuran Aysel Tuğluk Van milletvekilidir.

Evet, bunları Van halkı seçmiştir ve o mevkiiye getirmiştir.

Ama..

Van hala vatan toprağıdır ve vatan toprağı bölünmez.

Van halkı hala Türk halkıdır ve Türkiye halkıyla bütün olmalıdır.

Somali’ye yaptıkları yardımın daha fazlasını kendi ülkesine yapamayan devlet devlet olamaz, millet de millet olamaz.

Herkesi duyarlı olmaya ve Van'a, Vanlılar'a yardıma koşmaya davet ediyorum.

20 Ekim 2011 Perşembe

Sözü Söyleyenler

Madem “sözün bittiği yerdeyiz”, benim de yüreğimdeki yangından ve içimdeki öfkeden söz söylemeye mecalim yok; söylenenleri aktarayım.

Kalın karakterle gösterilenler de orjinal yazıdan alıntıdır.


“Ve rastlantıya bakın ki, Habur ve açılım rezaleti o gün,19 Ekim 2009 günü başlatılmıştı...
Ne işe yaradığını hiç kimsenin anlamadığı güvenlik zirveleri her terör olayından sonra toplanır, sonra kamuoyuna dandik, tırıvırı, anlamsız açıklamalar yapılır. Bunlardan ilki “Kanları yerde kalmayacak”, ikincisi ise “Geniş kapsamlı operasyonlar başlatılmıştır” biçimindedir. Yiyen yer, yemeyen yemez...
Başbakan Yardımcısı, suikast mağduru(!)Bülent Arınç konuştu: “Bize bu acıları yaşatanları Allah en kısa zamanda helak etsin"...Demek ki işimiz Allah’a kaldı...Dua ve beddua ile devlet yönetilmez. Bunlar acizlik göstergesidir...
Ve Tayyip dün yaptığı açıklamada muhalefeti suçluyor, Silivri’de davası görülen internet andıcından söz ediyordu...
Tayyipgiller için varsa yoksa Filistin, Libyalı İslamcı isyancılar, varsa yoksa Suriye ve İsrail.Emin Çölaşan, Sözcü Gzt. 20.10.2011 tarihli yazısı.

**
“Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada, "Yurt içinde ve sınır ötesinde (Irak'ın kuzeyinde) toplam 5 ayrı bölgede, toplam 22 taburla geniş kapsamlı, hava destekli kara operasyonlarına başlanmıştır" ifadeleri kullanıldı.” Cumhuriyet Gzt. internet sitesi haber detayı, 20.10.2011

“Boş arazıleri bombalıyorlar. Milletin gazını alıyorlar.” Y.N.Öztürk, TV8’de yayınlanan Böyle bir şey var mı? programı, aktaran Milliyet internet sitesi 20.10.2011

**
“Cumhurbaşkanı, orasını “Norşin” ilan etmemiş miydi kardeşim?... Açılım yaparken Norşin. Açılım patlayınca Güroymak. Öyle mi?” Yılmaz Özdil, Hürriyet gazetesi, 20.10.2011

**
“”Erdoğan İran ve Suriye’ye gönderme yaptı.”” Hürriyet Gzt. İnternet sitesi haber başlığı, 20.10.2011

“Şam’a “Senin orada olanlar bizim iç işimiz sayılır” dendi.Şam da kendi dilinden, “O zaman sizin oralardakiler de benim iç işim” cevabını verdi.” Can Dündar, Milliyet, 20.10.2011

**
“Şehitlerimize Sessiz Veda!” Cumhuriyet Gzt. internet sitesi, haber başlığı, 20.10.2011

Çok Merak Ediyorum

Klüp başkanları şikeden içeri girince Facebook’tan sağa sola küfürler yağdıranlar şehitler için acaba niye bir şey yazmıyor?

Anayasa oylamasında evet demem gerektiğini, RTE’nin liderliğini öve öve bitiremediği sebeplerle anlatan kel müdürden acaba niye ses gelmiyor?

Apo enselenip de terör bitmişken ‘Türkiye güvenli değil’ diye buraya gelmeyen yabancı sanatçılar(!); siviller, çocuklar bile öldürülürken niye arka arkaya gelip konserler veriyor, filmler çekiyor, tatile geliyor?

Onlarca vatan evladı ölmüş bir ülkenin manşet haberi neden Kaddafi'nin ölümü oluyor?

İngiltere kraliçesinden madalya alan cumhurbaşkanı, teröriste ‘Kürt isyancı’ diyen İngiltere basınına(BBC) acaba neden tepki vermiyor?

Siyasete camide başlayanlar, şehit cenazesi olunca camiye niye giremiyor?

Demokrasi ülkelerinde basın toplantılarına tüm basın çağırılırken, “ileri demokrasi” ülkesinde bazı gazeteler neden çağırılmıyor?

Şehitlere çözüm üretemeyen başbakan, çözüm vermedi diye muhalefeti nasıl suçlayabiliyor?

Milli İstihbarat Teşkilatı İsrailli askerin kurtarılmasında rol alırken, Türk askerine 8 ayrı yerden eş zamanlı saldırı yapılmasının istihbaratını nasıl alamıyor?

Elektrik parasını ödeyemeyen bir evin yoksul evladı vatan uğruna şehit olurken, yoksula yardım paralarını cebe indirenler mahkemece nasıl serbest bırakılabiliyor?

İsrail bir askeri için 1000 kişi serbest bırakırken, bir başbakan şehitlere nasıl kelle diyebiliyor?

Mirasının büyük bölümünü Mehmetçik Vakfı'na bağışlayan Zeki Müren'i erkekten saymayanlar, söz dinleyip üç çocuk yapanı nasıl adamdan sayıyor?

Bilen varsa söylesin.

14 Ekim 2011 Cuma

87 Sene Önce Bugün Atatürk Kayseri'de...

Sene 1924. 14 Ekim günü.
Tam 87 sene önce bugün.
Cumhuriyetimiz henüz birinci yılını doldurmak üzere.
Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı olarak heyetiyle birlikte Kayseri’de bir hastane açılışına katılıyor.
Kurdela kesilecek.
Atatürk’ün yanına bir dalkavuk yanaşıp kulağına fısıldıyor.
İzin verirseniz bir dua okusun” diyerek birisini işaret ediyor.
İşaret ettiği kişi ‘türbedar’ olarak nitelendirilen bir din adamı, Arapça dua okuyabiliyor, cübbeli bir hoca.
Yani herkesin içinde dua okumak için uygun tek kişi!
Atatürk’ün şu muhteşem cevabındaki ilme, şu büyüklüğe bakın:

“Hoca efendinin dua okumasına gerek yoktur. Alemlerin Rabbi benim lisanımı da bilir. Duayı ben yaparım.”
Duayı okur, kurdela kesilir.

Kur'an şöyle der:
“Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık-seçik beyanda bulunsun.” (İbrahim, 4)
Yani önemli olan beyanın ulaşması ve anlaşılması. Anlamsız bir şey kutsal ilan edilebilir mi?

Şimdi bugüne gelelim.
Dün gözümüzün içine yeni zamları dayayan İngiliz vatandaşı Malıye bakanı şöyle demişti:
Arap köklerimize dönmeliyiz.
Adama demezler mi, o zaman Arap vatandaşı olaydın, İngiliz vatandaşı niye oldun diye?
Demediler. Üstüne bir de bunlara oy verdiler.
Kur’an şöyle diyor:
“Allah, aklını işletmeyenler üzerine pislik bırakır.” (Yunus, 100)
“Ey iman edenler!‘Bizi davar sürüsü gibi güt’ demeyin’” (Bakara, 104)

87 sene önce bugün Türkiye daha Türk, dilimiz daha Türkçe, dinimiz daha islamdı.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Kadınları Mutlu Etmek Zor mu Kolay mı?

Hanım soruyor:
- Sen beni ne kadar seviyorsun?
- Hmmm...... Bilmem.
- Ben biliyorum.
- Ne kadar?
.......

Kadınları mutlu etmek çok zor denir. Yukarıdaki konuşma gerçekten yaşanmıştır ve son sorunun cevabını bu satırların sonunda yazacağım.

Aslında ne kadar zor, ne kadar kolay olduğunu kadının parametreleri belirliyor. Bu parametreleri kadının yaşı, sahip olduklarının dereceleri (güzelliği, aile durumu, popülaritesi vs.), halen evli olup olmadığı, evli değilse taliplerin maddi durumları, birliktelik süresince taleplerin ne ölçüde karşılanacağı vs. Aşk yok dikkat edin. Aşk şu iki noktada önem kazanıyor:
1) Talepleri fazlasıyla karşılayabilecek bir adam, üstüne bir de aşıksa.
2) Kadın zaten her istediğine sahipse ve tek ihtiyacı sevilmekse.


Bana bilmem kaç senelik arkadaşı olarak takdim ettiği adamın evine yerleşip onunla birlikte yaşamaya başlayan sevgilim olmuştu. Benim yatağımdayken onun yatağına gireceği şafağı sayıyormuş meğer, onu da sonra öğrendim. Gerçi kız haklıydı(!), adam aileden zaten zengin, bir de Harvard mezunu, en iyi eğitmen falan seçilmiş. Yani hem zengin hem zeki hem de ünlü. Onun talip olacağı kızlar arasında hiç şansım olamaz yani. Benimkine talip oldu, o da koşa koşa Amerika'ya, onun yanına gitti. Ben seni ondan daha çok seviyorum, onunla değil benimle mutlu olursun, her istediğini veririm falan desem yer miydi sizce? Yeseydi bile midem bunları söyleyecek kadar sağlam değil.

Ondan önce de evlenme planları yaptığımız ilk günlerde “küçük bir ev kiralar otururuz, orada birlikte yaşar, ölürüz” diyen, ama nişanlanınca satın aldığım evin kat numarasını beğenmeyip “deprem olursa burada ölürüm” deyip giden nişanlım da oldu benim. Talibi çıkmayınca da “ben var ya, o evi çiçek gibi yaparım” diye haber göndermişti. Yemedim tabi. Bayanlara söylüyorum: kesinleşmiş başka bir talibiniz yoksa elinizdeki hazıra rest çekmeyin. Sonra böyle dönmek zorunda kalırsınız. Yemezse de ortada kalırsınız.

Fakat şimdiiiii..
En yukarıda yazdığım konuşmanın devamı ve sorunun cevabını veriyorum:

- Bana kalp şeklinde çikolatalı kek alacak kadar çok seviyorsun. Bence hiç kimsenin kocası evliliklerinin üçüncü senesinde senin gibi karısına kalp şeklinde çikolatalı kek almıyor.


Sadece sevineceğini düşünerek aldığım küçücük bir şeyi sevgimin derecesini gösteren bir hediye olarak değerlendiren bir kadını yukarıda yazdıklarım arasından hangi kalıba sığdırabilirim?!
Kadınları mutlu etmek zor mu kolay mı sorusuna cevap vermeye kalksam bu lafın üstüne kime ne anlatabilirim?!
Bugün bildiğim tek şey var o da eşimle evli olduğum için çok şanslı olduğumdur.

6 Ekim 2011 Perşembe

Kokteyl

Japonya’da market gezmek çok eğlenceli. Sebzeydi, meyveydi, balıktı, herşey için kıyamet kadar çeşit var.

En güzel reyonlardan biri bira reyonu. Japon biraları gerçekten kaliteli ama daha güzeli de var: ‘kokteyller’.


Değişik mevelerin aromalarıyla, %3-8 arası alkol oranlarıyla bira gibi hazırlanmış içkiler harika. Şeftalisinden eriğine, mangosundan üzümüne değişik markalarda sunuluyorlar. Buradaki Efes gibi firmalar neden böyle şeyler çıkarmazlar bilmem. Yeni Rakı’yı gavurlara sattık diye -haklı olarak- hükümeti eleştiriyoruz. Ama gavurlar aldı alalı kuru üzüm rakısı, bilmem ne harman rakısı diye çeşit çeşit çıkartıyorlar. Yeri gelmişken ürünlerini çeşitlendirip narlı, armutlu gazoz çıkaran Uludağ’ı kutluyorum. bir de Ama %5 koysalar fena olmazdı hani.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Nazım'ın son şiiri

Nazım Hikmet; Moskova'da, kalbi hasta.
Doktoru dışarı çıkmayacaksın, bu soğuk havayı tenefüs etmeyeceksin diyor.
Nazım Vera'ya aşık.
Paltosunu geçiriyor üzerine, kendisini dışarı atıyor.
Doktorun yasakladığı soğuk havayı içine çeke çeke yürüyor.
Vera'ya gidiyor ve sonra ölüyor.

Son şiirini şöyle yazmış Nazım:

Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana

Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm