16 Ocak 2014 Perşembe

Mozart M..

Aslında aşağıdaki konu hakkında yazmaya başlamamın nedeni tamamen farklıydı. Ama konuya giriş yaptıktan sonra yazının gidişatı beni ayrı bir başlık olarak yazmaya yöneltti. Üstüne bir de oğlumla ilgili gelişmeler eklenince, uzun zamandır açık olan taslak değişti.

Bilen bilir benim klasik müziğe olan düşkünlüğümü. Adana gibi bir yerde, ortaokuldayken başlayan bu sevda bana çok şey katmıştır. Adana gibi bir yer derken yanlış anlaşılmasın; Türkiye’de sanatın zirvede olan isimleri Adana’dan çıkmıştır, Türkiye’nin dördüncü senfoni orkestrası Adana’da kurulmuştur. Sadece, benim içinde bulunduğum okul ve arkadaş ortamı bu durumu hep yadırgamış, alay ve espiri konusu yapmıştır. Öyle ki, ortaokul ve lise hayatımda bana takılan isim ‘Mozart Mutlu’ idi.

Bu merak nasıl başladı önce onu anlatayım.
13 yaşındaydım. Türkiye’de o zaman sadece TRT kanalı vardı. Her pazar günü, Hikmet Şimşek tarafından hazırlanan Pazar Konseri adlı bir program yayınlanırdı. Uzun yıllar devam eden bu programda klasik müzik konserleri yer alırdı. Bizim televizyon, evde birileri olduğu sürece hep açık olurdu. Ya biz evde yokken ya da seyretmeye değmeyen bir program olduğu zaman kapatılırdı. Bir de uyurken tabii. Pazar Konseri de genelde televizyonu kapattıran bir programdı.

Bir gün bu programda Beethoven’in Beşinci Senfonisi verildi. Odamdaydım, ders çalışmaya başlamak üzereydim. Çok tanıdık bir müzik olunca kulak kabarttım. Televizyonun başına geçip o çok ünlü temasının olduğu birinci bölüm bitene kadar hayranlıkla dinledim. Çok beğenmiştim. İkinci bölüm tanıdık gelmeyen bir müzikti ve konserin geri kalanını dinlemeden, zihnimde birinci bölümün müziğini tekrarlayarak odama çekildim.

Aklımda bu müzik hep kalmıştı ve bir şekilde kasetini bulmak istiyordum. Daha sonraki günlerden birinde annem ve babamla eve dönerken Gazi Paşa Bulvarı'nın başındaki kasetçiye sormak istedim. Babam kasetçinin önünde arabayı durdurdu. O zamanın parasıyla 500 lira verdi. Aradığımı bulmuştum. Kasetin 800 lira olduğunu öğrenince tekrar arabaya dönüp 300 lira daha istedim ve nihayet kaseti aldım.

Evdeki teybimde o ilk bölümü, sanki yeni çıkan 'hit' bir pop müzik şarkısıymış gibi, başa sarıp tekrar tekrar dinledim. Günlerce dinleyince hem ezberlemiştim hem sıkılmıştım. Bir gün başa sarmaya üşenip ilk yüzün sonuna kadar dinledim. Diğer müzikler ilgimi çekmemişti. Sonra kasetin diğer yüzünü çevirdim. Diğer yüzünde Beethoven’in Yedinci Senfonisi vardı. Dinlemeye başladım. Bir yandan önümdeki ders kitabıyla ilgileniyordum ki senfoninin ikinci bölümü başladı. Bu muhteşem müzik, ilk dinlediğimin üzerinden bunca sene geçmesine rağmen, halen beni etkilemeyi başaran nadir eserlerden biridir. Sahip olduğum kasetteki kayıt, Herbert von Karajan tarafından yönetilmiş ve Berlin Filarmoni Orkestrası tarafından icra edilmişti. Her ikisinin de ne kadar ünlü ve ününü hak eden erbaplar olduklarını sonraki yıllarda daha da iyi anlayacaktım. Karajan, benim için halen önüne geçilememiş bir orkestra şefidir.

Artık Yedinci Senfoninin ikinci bölümünü tekrar tekrar dinler olmuştum. Klasik müzikte beni etkileyen bir şeyler vardı ve ben de üzerine gitmeye karar verdim. Her pazar günü Pazar Konseri programını, güzel bir şeyler daha  bulabilme heyecanıyla izlemeye başladım. Beğendiğim bir şey bulunca eserin bilgilerini bir kağıda not edip kasetini almaya başladım. Her defasında yeni bir besteci, yeni bir konser salonu, yeni bir virtüöz, yeni bir orkestra şefi izleye izleye, dinleye dinleye büyüdüm. Artık kaset alırken sadece eserleri değil, yorumcuları da sorar olmuştum. Yorumcular beni bestecilerle, besteciler beni yorumcularla tanıştırır olmuştu. Büyüdükçe daha çok öğrendim, öğrendikçe klasik müzik içimde daha çok yer etmeye başladı. Değişen hayatımla birlikte benim bir parçam oldu.

Benim bu ilgim arkadaşlarım tarafından pek umursanmıyordu ama okul öğretmenlerimin ilgisini çekmişti. Öğretmenlerimden Sevim hanım bana Nadir Nadi'nin Dostum Mozart adlı eserini önerdi, severek okudum. Üç sene boyunca okulun tiyatro çalışmalarında müzik düzenlemeleri yaptım. Bunlar her zaman beğeni topladı ve lisenin son yıllarında benden, elimdeki kasetlerden karma müzik kasetleri hazırlamam yönünde ricalar geldi[1]. Ben de seve seve yaptım, tanıdık tanımadık arkadaşlara verdim. Bir zamanlar Mozart Mutlu dedikleri kişi artık bu müziğe erişebilecekleri en iyi, hatta tek kaynaktı. Ukalâlık gibi olsun istemem ama mezun olduğum lisede, klasik müziğe olan ilginin başlaması ve artmasında benim katkılarımın olduğunu söyleme hakkına sahibim diye düşünüyorum.

Amcamın ve Ayla yengemin büyük bir klasik müzik hayranı olduklarını öğrenmem beni çok şaşırtmıştı. Çünkü 13 yaşıma gelene kadar bundan haberim olmamıştı. Amcamın bana verdiği, benden çok daha yaşlı olan plakların hatırası büyüktür. Çok istememe rağmen ailem keman dersleri almama engel oldu. Burada yazmak istemediğim sebeplerden ötürü bu isteğimi karşılamadılar.

İstanbul'a yerleştikten sonra çok sayıda konserlere gittim. Fazıl Say, İdil Biret konserleri unutamadıklarım arasında yerini almıştır. Opera ve bale gösterilerini izlediğim ve neredeyse abonesi haline gelmiş olduğum Atatürk Kültür Merkezi'nin, sanat düşmanı siyasî iktidar tarafından senelerdir kapalı tutuluyor olmasının ayıbı halen temizlenmiş değil. Ama fırsat buldukça konserlere katılımım devam ediyor. Eşim piyano çalıyor ve ilk evlilik yıl dönümümüzde ona bir piyano almıştım. Oğlumuzu kucağına oturtup piyano çalıyor.

Bu dinlemeler, anlaşılan oğlumu da etkilemiş ki, klasik müzik duyduğu zaman orkestra yönetmeye başlıyor! İki elini kaldırıyor, karşısında filarmoni orkestrası varmış da kendisi şefmiş gibi başlıyor yönetmeye. Onun müzik eğitimi almasını mutlaka istiyorum. Sanatçı olsun veya olmasın, müzik eğitimi alması için ve istediği bir enstrüman olursa öğrenmesi için ona destek olacağım.

_______________________________________________________________________________
[1] O zamanlar böyle bir kavram vardı. Biri bir kaset alır, iki kasetçalarlı teypte çoğaltılıp dağıtılırdı. Hatta kasetçiler karma kasetler hazırlayıp satarlardı.

2 Ocak 2014 Perşembe

2014

2012'de doğan oğlumun gördüğü ikinci yılbaşı da geride kaldı. 20 Aralık doğum günümde, evde annem, eşim, oğlum ve ben, dört kişi olarak küçük bir kutlama yaptık. Sonraki hafta sonunda, eşi Japon kendi Türk olan iki dost aileyi, önceki sene farklı bir evde biraraya geldiğimiz gibi, "yeni yıl partisi" adı altında kendi evimizde misafir ettik. Yılbaşı gecesi de yine annem, eşim, oğlum ve ben olmak üzere evde geçirdik. Böylece 2013ün son haftalarını, evimizde yaptığımız buluşmalarla geçirip, 2014 yılına girmiş olduk.

Nedendir bilmem, herkesin eğlendiği gibi, ya da medyada yer verilen haberlerde gördüğümüz gibi çılgınca eğlendiğim bir yılbaşı hatırlamam. Oysa, daha geniş ve yakın bir aile eşrafına sahip olan eşim, yılbaşlarını hep özel günler olarak hatırlar. Onun anlattıkları beni o kadar özendirdi ki, önümüzdeki yılbaşını Japonya'da geçirmek gibi bir fikir oluştu kafamda. Annemi burada yalnız bırakma düşüncesi ise beni biraz geri çekiyor. Ama bunları düşünmek için önümüzde koca bir yıl var ve özellikle Türkiye siyaseti olmak üzere yaşadığımız son gelişmeler 2014 Yılının pek çok değişime açık olacağını gösteriyor.

Öyle ya da böyle, bu yıl 2 yaşını dolduracak olan oğlumun gözlerimin önünde büyüyor olduğuna şahit olmak, yaptığı her değişik hareketi izlemek, benim yaptıklarımı taklit etmesi, söylediklerimizi tekrarlaması, kişileri isimleriyle tanıması, sorulara cevap vermesi, kısaca onun değişimlerini, öğrenimlerini, büyümesini görmek, takip etmek büyük mutluluk. Yeni yılda hayatımızda neler iyileşir, neler kötüleşir, şimdiden tahmin etmek zor ama oğlumla birlikte olmak, onu izlemek, gelişiminin ve değişiminin bir parçası olmak yine en büyük mutluluğumuz olacaktır.

2014'ün, ahlâk sahibi tüm insanlara güzellikler getirmesini dilerim.