Ani bir kararla İstanbul dışında bir yerlere gezmeye gidelim dedik. Eskişehir mi, Ankara mı derken
İznik'te karar kıldık. Karar verdiğimizin ertesi günü, yani dün sabah erkenden arabayla yola çıktık. Eskihisar-Topçular vapuruyla Yalova'ya, oradan da Orhangazi üzerinden İznik'e geçtik.
Orhangazi'den itibaren sağ tarafımıza İznik Gölü'nü alıp her iki yanımızda zeytinlikler arasında kalan yolda sürdürdük seyrimizin son kesimini. Bu seyir sırasında birkaç kez durarak hem gölün güzel görünümünü hem de zeytin toplayan köylülerin resimlerini çektik. İznik'e vardığımızda saat 11 olmuştu.
Eşimin çok önce Japonya'dan getirdiği Türkiye rehber kitabı üzerinde göz gezdirerek etrafta kısa bir keşif gözlemi ve gezi planı yaptıktan sonra yemeğe oturduk. Eşimin kitabında Kar-pi diye bir restoran gösteriliyordu ve biz de yemeği burada yemek istiyorduk ama orasının kapanıp yerine başka bir yer açıldığını öğrendik. Bunun üzerine yemeğimizi farklı bir yerde yedik ve sonrasında gezimize başladık.
Bizans Dönemi'ne ait sur kalıntılarının arasında kalmış olan İznik, yaklaşık bir kilometre karelik bir alan içinde kalıyor. İki ana caddesi, Kılıçaslan ve Atatürk Caddeleri, surların iç alanında bir haç şekli oluşturup merkeze yakın yerde kesişerek İznik'in dört ucuna boydan boya uzanıyorlar.
Osmanlı öncesi döneme ait olan
Roma Tiyatrosu ve
Çini Fırınları'nda kazı çalışmaları devam ediyordu. Osmanlı döneminin hamam ve camii gibi yapıları ise ziyarete ve kullanıma açıktı. Artık İznik Müzesi olan ve Roma dönemine ait eserleri de barındıran
Nilüfer Hatun İmareti de restorasyon çalışmaları sebebiyle ziyarete kapalıydı.
Ayasofya Camii ya da diğer adlandırılışıyla
Orhan Camii, Romalılar döneminde de ibadethane olarak kullanılmaktayken, 4.yy'da bu kalıntılar üzerine kilise yapılmış,
1331 İznik Fethi ile camiye dönüştürmüş. Hıristiyanlık tarihinin iki konsiline ev sahipliği yapmış olan İznik'teki ikinci kosil (toplamda yedinci konsil)
787'de işte bu çatının altında toplanmıştır. İşgalci Yunanlıların 1920 yılında yangına verip yıkmasına rağmen bu yapı, tekrar restore edilerek, binlerce yıllık bir ibadethane olma özelliğini bugün de sürdürüyor.
İznik denince akla ilk gelen şeylerin başında elbette ki çiniler geliyor. İstanbul'da Kapalı Çarşı ve çevresinde satılan tabakları, kaseleri, fayansları ve çinili süs eşyalarını, bu sefer
Nilüfer Hatun Çini Çarşısı'nda sıralanmış küçük dükkanlarda, sanatçıların ellerinde şekillenirken görme şansına sahip olduk.
"Hep erkek var. Kadınlar nerede?" Eşime ait olan bu sözler, İznik'te geçirdiğimiz birkaç saatte gözlemlediklerimizden biri. Gerçekten de neredeyse hiç kadın görmedik. Gördüklerimiz genelde mağaza çalışanlarıydı ve dışarıda gördüklerimiz de genelde kapalı kadınlardı. Okul öğrencisi kızların hemen hemen tamamı erkek öğrenciler gibi pantolon giyiyordu. Etek giyenlerin de etekleri uzun ve çorapları kalındı. Neredeyse tamamı bayan olan tek yer Çini Çarşısı'ydı ve onlar genelde başları açık genç hanımlardı. Yukarıdaki resmin en sağındaki seramik kaftanların olduğu dükkandaki kız 16 yaşında bir stajerdi.
Diğer gözlemlerimizden biri de etrafta dilenci olmamasıydı. Yürüyüşümüz sırasında bedensel ve zihinsel engelli birisine rastladım. Esnaf bu kişiyle şakalaşıyordu ve hiçbir küçümseme, alay etme belirtisi yoktu. Herkesin birbirini tanıdığı böylesine küçük bir yerde dayanışma ve yardımlaşma da vardır elbette. Meselâ, her yerden duyulacak şekilde yerleştirilmiş olan hoparlörlerden vefat duyurusu yapıldı ve
filancanın oğlu falancanın vefat ettiği şeklindeydi.
Eve dönüş yolculuğuna başladığımızda hava kararmak üzereydi ve hafiften yağmur başlamıştı. Gezimiz sırasında hiç yağmura yakalanmadığımız için kendimizi şanslı sayabiliriz. Kendisi henüz farkında olmasa da, İstanbul dışına ilk Türkiye gezisini yapmış olan oğlumla birlikte güzel bir günü daha böylece bitirmiş olduk.