29 Nisan 2013 Pazartesi

Laz Amca

Alışverişten eve dönüyorduk. Ben bebek arabasını itiyordum, eşim yanımda yürüyordu. Yan yana iki kişinin ancak sığabildiği kaldırımda, yaşlı bir çift ile karşı karşıya geldik. Adam elinde bastonuyla çok yavaş yürüyebiliyordu. Eşinden çok bakıcısı gibi görünen yanındaki kadından da destek alıyordu. Birbirimize yol vermek için tek sıra olduk. Adam kadına, arabasında etrafını seyreden oğluma bakabilmek için daha da yavaşlamasını söyledi. Oğluma sevecen birkaç söz söyledi. Sesindeki Laz aksanı kolaylıkla fark ediliyordu. Adam oğluma biraz daha ilgiyle eğilince, nihayet biz de onlar da karşılıklı durduk.

Adam bana dönüp dedesi nerede diye sordu. Sesindeki tınıdan kendisinin bir torun özlemi içinde olduğunu hissettim. Bu yüzden biraz tereddütle de olsa babamın vefat ettiğini söyledim. Adamın yüzünde gerçekten bir hayal kırıklığı belirdi ve babam için rahmet okudu. Sorması üzerine annemin hayatta olduğunu söyledim. Bu sefer nasihatler etmeye başladı. Öncelikle annemin duasını almamı, sanki hayatta daha önemli hiçbir şey olamazmış gibi vurgulayarak söyledi. Sonra da mutlaka ikinci bir çocuk yapmamızı söyledi. Adam bu konuya girince kadın artık gitmeleri gerektiğine hükmederek adamı yürümesi için telkin etmeye başladı. Ama adamcağızın söyleyecekleri bitmemişti. Oğlumu işaret ederek, "bunu yalnız bırakırsanız bu ileride sefil olur", diye devam etti. Adama benim de tek evlat olduğumu ama çok şükür pek de sefil olmadığımı söylemek geçti içimden ama sohbeti derinleştirmek istemediğim için "bakalım, kısmet" diyerek geçiştirdim. Sohbetten herhangi bir şikayetim yoktu gerçi. Yaşlı bir adam bize ilgi göstermiş, nasihatlerde bulunarak belki de 'giderayak' birilerinin hatırasında yer etmek istemişti. Biz de ona güler yüzle karşılık vererek gönlünü hoş etmeye çalıştık ve yaşının verdiği bilgi birikiminden bir şeyler yakalayabileceğimiz ihtimaliyle dinlemeye devam ettik ama yine de sohbeti uzatmanın da anlamı yoktu. Yanındaki kadın da acele ettiriyordu.

Adam son olarak ilginç bir şey söyledi. Eşimin yabancı mı olduğunu sorup olumlu cevap vermem üzerine iyi Türkçe bilmediğini düşünerek doğrudan bana hitap etmeye başladı. "Eğer eşin başka bir çocuk istemiyorsa bile sen yap, kaza oldu dersin" dedi. Bu sözleri espri yaparmış gibi gülerek söylerken havaya tokat atarmış gibi bir el hareketi yaptı ve sonra aynı elini "haydi bana eyvallah" der gibi başının hizasına götürerek hareketini tamamlayıp yoluna devam etti. Bir Laz fıkrasının canlandırması yapılıyor gibiydi.

Bu karşılaşmanın kısa bir yorumlamasını, eşimle birlikte eve dönerken yaptık. İlginçtir, eşim adamı babamın bir arkadaşı zannetmiş. Böyle zannetmesinde, babamın vefatını öğrenince adamın yüzüne yansıyan hayal kırıklığı ve tanımamış olsaydı durup da bizimle konuşmazdı düşüncesi etkili olmuştur. Üstelik bu konuşma, bir hal hatır sorma ya da çocuk sevme seviyesinde kalmayıp tekrar çocuk yapma nasihatine kadar ilerlemişti.

Sonuçta çocuk sahibi olmakla ilgili bir değerlendirme sadece eşimle benim bileceğim bir konu olduğundan bu satırlara taşımanın bir anlamı yok. Ancak bu karşılaşma, özellikle eşim için kafasında oturmaya devam eden Türk insanı kavramında farklı bir etki yaratmıştır. Olur olmaz yerlere, hatta kaldırımlara bile arabalarını park eden insanlar yüzünden pusetle slalom yaparak yürünebilen bir ülkede, üzerine vazife olmayan bir işe burnunu sokma niyetinin zerresi olmaksızın, ilk kez gördüğümüz yaşlı bir adamın tamamen iyi niyetle verdiği nasihatler eşimde değişik çelişki uyandırmıştır herhalde. Bu yaşlı amcaya bu satırlardan selamlar gönderiyor, sağlıklar diliyorum.

21 Nisan 2013 Pazar

Altın Tapınak-Kinkakuji

Geçen sene oğlumun doğumu için Japonya'ya gittiğimde, sık sık uğradığım Eiden alışveriş mağazasında gördüğüm bir yapboz çok ilgimi çekmişti. Üzerinde 'dünyanın en küçük 1000 parçalı yapbozları'(24x37cm) yazan ürünler raflara diziliydi. Benim ilgimi en çok, Kyoto'daki Altın Tapınak resimli olan yapboz çekti. Ürünü satın aldım. Türkiye'ye döndükten sonra yavaş yavaş yaparak bitirdim ve çerçevesine yerleştirdim.


2007 senesinin Temmuz ayında Kyoto'ya gittiğim zaman, Adana'da bile karşılaşmadığım kadar nemli ve sıcak bir hava vardı. Nefes almak bile zordu. Klimalı bir ortamdan çıkıp dışarıya adım attığım anda saunaya girmiş oluyordum. Hatta bazen gözlük camlarımın buğulandığı da oluyordu. Kyoto'yu gezmek için seçilebilecek en zor mevsimde gitmiş olmama rağmen, bugüne kadar gördüğüm en güzel şehirlerin başına Kyoto'yu koyarım. Altın Tapınak, yani Japonca adıyla Kinkakuji de ziyaret ettiğim en özel yerlerden biri olmuştur.

Kinkakuji'ye gittiğiniz zaman tüm duyularınızla doğayı hissedersiniz. Etrafı alabildiğine yeşillikler içinde küçük bir göl, bu gölün tam ortasındaki küçücük adacıkta birbirine sarılmış sevgililer gibi duran iki ağaç, ve onca ağırlığına rağmen suyun üzerinde durabiliyor olmanın vermesi gerektirdiği kibir yerine mütevazi bir gururla parlayan altın bir tapınak. Etrafını saran tabiat ona "ben sensiz olamam", derken o "ben sadece burada olmam gerektiği için buradayım", diye karşılık veriyor sanki. Güzelliğiyle göz kamaştıran zarif bir kadının saçları arasına saklanmış altın küpesi hafif bir esintiyle nasıl parıltısını gösterirse, Kinkakuji de saklanmaya çalıştığı ağaçların arasından öyle ışıldıyor.

Ziyaret alanı içinde bulunduğunuz süre boyunca içinize sadece huzur dolar ve zihninize hiçbir kötü anı gelmez. Aradan geçen yıllara rağmen bu hislerin içimde yer etmiş olmasıyla kendimi, tesadüfen rastladığım bu ilginç yapbozu alırken buldum. İstanbul'a döndüğümde tamamlamayı geciktirmek için çaba harcayarak, aynı hisleri hatırlayarak yapbozu tamamladım. Huyum olmadığı üzere duvara asmaya niyetli değilim ama çalışma odamın görülebilecek bir yerine yerleştirdim. Kinkakuji'yi tekrar ziyaret edeceğim zaman oğlum da yanımda olacak ama şimdilik sadece bunun hayalini kafamda canlandırabiliyorum.


7 Nisan 2013 Pazar

Koinobori

Eşim Japon olduğu için aile içinde her iki kültürü de yaşatmaya çalışıyoruz.

5 Mayıs, Japonya'da çocuklar günü. Bizdeki 23 nisanın karşılığı diyebiliriz. Ancak Japonya bu kutlamayı 'oğulların onuruna' vermiş. Onların sağlıklı ve güçlü büyümesi için dilekler yapılıyor. Zira erkek çocukları günü olarak da anılıyor. Kızlar günü olarak geçen farklı bir kutlama var. Bu gün geldiğinde Japonya, koinobori denilen süslemelerle bezeniyor. Evlerin bahçelerinde, balkonlarda, parklarda koinoboriler dalgalanıyor. Nisan başından 5 mayısa kadar yaklaşık bir ay süreyle bu süslemeleri her yerde görmek mümkün.

Japonca koi, Türkçe balık demek. Ancak genel olarak kastedilen, bizim Japon balığı dediğimiz balık türü. Koinobori kelimesinin açılımı da koi:balık ve nobori:yukarı çıkma oluyor. Buradaki yukarı çıkma yakıştırması, koilerin de somon balıkları gibi akıntıya karşı yüzerek suyun kaynağına doğru çıkmasından kaynaklarnıyor.

Koinobori, temel olarak ipe dizilmiş koi çizimli flamalardan oluşuyor. Ağız kısmı açık kalacak şekilde çemberle tutturulmuş bu flamaların içi rüzgarla dolunca yüzen balıkları andırıyor. Kendisine verilen ismin anlamını da böylece kazanmış oluyor. Baştaki büyük siyah balık babayı temsil ediyor, sonraki kırmızı ya da pembe balık anneyi temsil ediyor, sonra gelen balıklar ise evdeki oğulların sayısıyla eşit olmakla birlikte renkleri maviyle başlayıp yeşil, mor, turuncu olarak değişiyor. Yani bu dönem içinde Japonya'da bir evin bahçesinde ya da balkonunda koinobori gördüğünüz zaman o evde kaç erkek evlat olduğunu anlayabilirsiniz.


Geçen sene İstanbul'a gelirken kayınpederimin getirdiği koinoboriyi, bugünü beklemekte olduğu kutusundan çıkartarak kurduk. Canlı renkleri ve sürekli hareket halinde olmaları nedeniyle oğlumun da fazlasıyla ilgisini çekti. Böylece, oğlumun doğum günü yaklaşırken, onun hayatta olduğu bu ilk 5 Mayıs gününü balkonumuzda koinobori kurulu olarak beklemeye geçtik.



1 Nisan 2013 Pazartesi

Saçiko'ya Veda ve Göztepe Parkı'nda Lâle Zamanı

Eşinin işi sebebiyle yaklaşık beş senedir Türkiye'de olan ve burada bulunduğu ilk aylardan beri arkadaşımız olan Saçiko gelecek hafta Japonya'ya dönüyor. Zamanlar uyuşmadığı için herkesin katılabileceği bir veda töreni yapılamadı ama farklı gün ve yerlerde birkaç kez veda törenleri yapıldı. Ben bunlardan sadece birine, muhtemelen sonuncusuna katılabildim.

Cumartesi günü geçirdiğim hastalıktan sonra zor da olsa kendimi toparlayarak Pazar günü, Göztepe Parkı'nın yanındaki Rossopomodoro pizzacısında buluştuk. Dünyanın bilmem ne kadar yerinde şubesi olan bu ünlü pizzacı, ününü fiyatlarına yansıtmış ama lezzetlerine aynı ölçüde yansıtmayı başaramamış. Ancak yine günün anlamından bir şeyler eksiltecek kadar dikkat çekmedi.

Ellili yaşlarına Türkiye'de giren Saçiko, burada geçirdiği süre boyunca bizler için her zaman değerli bir arkadaş oldu. Hatta oğlumun doğumu sırasında Japonya'da olduğu için, hastenede eşimi ziyaret etti ve oğlumu benden önce o gördü. Burada kaldığı süre içinde kurslara giderek Türkçe öğrendi. Türk Japon Kadınlar Dostluk Ve Kültür Derneği'nde aktif görevler yaptı. Kermeslere katıldı, yardımlar topladı. Kısaca, hemen hemen her Japon gibi zamanını iyi değerlendirmek için çalıştı. Onunla Japonya'da tekrar buluşmak üzere sözleşerek veda ettik.

Ondan ayrıldıktan sonra eve dönerken yenileme çalışmaları devam eden Göztepe Parkı'ndan geçtik. Şu ana kadar yapılan çalışmalar hakkını vermiş ve park çok güzel şekle bürünmüş. Kalan çalışmalar da tamamlanınca, muhtemelen bizim en çok uğrayacağımız yerlerden biri olacaktır. Bir ağaç gölgesinde oturup rengârenk çiçekleri seyredebileceğim, kulağımda çocuk cıvıltılarıyla kitap okuyabileceğim bir yer olduğunu bilmek güzel bir duygu.