22 Temmuz 2013 Pazartesi

Akvaryum Ziyaretleri

Hem ramazan hem de okulların tatil olduğu yaz dönemi birleşince hafta sonu İstanbul'da bir yerden diğerine arabayla gitmek çok rahat. Pazar günü Göztepe'den Florya'ya gitmek yaklaşık yarım saat sürdüğü gibi, daha yoğun olur diye tahmin ettiğim dönüşümüz bile hemen hemen o kadar sürdü.

İşe gireli bir sene dolmadığı için bu yaz izin kullanamayacağım. Bu yüzden elimizde kalan hafta sonlarını güzel değerlendirmeye çalışıyoruz. Dün, bir süredir eşimin de çok istediği Florya'daki İstanbul Akvaryum'u ziyaret ettik. Tahmin ettiğimden çok daha güzel yapılmış olan bu akvaryuma dün ilk giriş yapan ziyaretçiler ben, eşim, annem ve oğlum olduk.


Ömründe ilk kez böyle büyük bir akvaryuma gelen annem için heyecan verici bir ziyaret oldu. Gerçi oğlum için de ilkti ama o henüz 14 aylık olduğu için neler olup bittiğinin pek farkında değildi. Bense dördüncü kez böyle bir zevki tadıyordum ve bunların ilk üçü Japonya'daydı.

İstanbul Akvaryum konum itibarıyla da güzel bir yere inşa edilmiş. Florya sahil şeridi üzerindeki binadan Marmara Denizi'nin müthiş manzarasını seyretmek çok keyifli. Atatürk Havaalanı'na iniş yapan uçakları, neredeyse başınızın üzerinden geçerken izlemek de mümkün.


Akvaryum, dünyanın farklı yerlerindeki denizlere göre bölümlendirilmiş ve gezi güzergâhı bunun üzerine kurgulanmış. Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz ve Boğazlar olarak Türkiye denizlerine ait deniz canlılarının sergilendiği akvaryumda, Atlantik, Kızıldeniz, Pasifik denizleri gibi farklı yerlerden getirtilen deniz canlılarını görmek de mümkün. Yan tarafının hâlâ inşaat halinde bulunması ileride yeni bölümlerin de açılması ihtimalini akıllara getiriyor. Meselâ, görmeye alışık olduğum yunuslar ve penguenler İstanbul Akvaryum'da henüz yoktu. Gerçi bugün Türkiye gündeminde farklı bir şekilde yer eden penguenlerin getirtilmesini bir süre için pek mümkün görmüyorum!



Yeri gelmişken Japonya'da ziyaret etmiş olduğum akvaryumlardan da biraz bahsedeyim.

2007 senesinde ilk kez Japonya'ya gittiğimde, henüz evli değilken eşimle birlikte Nagoya'daki akvaryuma gitmiştik. Nagoya Limanı Halk Akvaryumu olarak adlandırılan yapı içinde, daha önce sadece televizyondan izlediğim yunus gösterilerini canlı olarak izleme imkanı bulmuştum. Şimdiye kadar gördüğüm tek katil balinayı da orada gördüm.




2010 senesinde eşim, annesi ve babasıyla, Ertuğrul Fırkateyni'nin de battığı bölgede yer alan Kuşimoto Marine Park'ı ziyaret ettik. Dünyanın en küçük ıstakoz türünün sergilendiği bu akvaryumda, bir karetta yavrusunu da ellerime alma imkanı bulmuştum. Kaplumbağayı bana veren görevliye Türkiye'den geldiğimi söylediğimde o da bana kaplumbağaların da aynı bölgeden geldiğini söylemişti. Sanki hemşerimden bahsediliyormuş gibi bir algıya kapılmıştım.



Kuşimoto'daki akvaryumda, kayalıklarla kaplı kıyı tarafından denize doğru 300 metre kadar uzanan bir iskele yapılmış. Bu iskele, denizin içine inşa edilen bir gözlem evine iniyor ve buradaki pencerelerden farklı türdeki balıkları doğal ortamlarında izlemek mümkün.


2011'de eşim olmadan yaptığım tek akvaryum ziyaretini, arkadaşım Chie'nin yaşadığı Fukuoka'da bulunan Umino-nakamiçi Akvaryumu'na  yaptım. Japonya'nın güneyinde yer alan bölge balon balıklarıyla ünlü. Haliyle akvaryumun farklı bölümlerinde balon balıklarının çeşitlerini görmek mümkün. Yunus gösterisinin bir benzerini de ikinci kez burada izleme imkanı buldum. Farklı olarak buradaki gösteriye foklar da dahil edilmişti ve fokları canlı olarak ilk kez burada gördüm. Ayrıca, bina içinde bir mavi balina iskeleti de sergileniyor.




Bugüne kadar yaptığım tüm akvaryum ziyaretlerinden çok büyük keyif aldım ve hiç hayal kırıklığına uğramadım. Türkiye gibi etrafı denizlerle çevrili ülkemizde bu gibi akvaryumların sayılarının artması gerekiyor. Henüz ziyaret etmediyseniz İstanbul Akvaryum'a mutlaka gitmenizi tavsiye ediyorum.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Mücadeleye Devam

Halkın, yani bizlerin direnişiyle geçen son haftalar, yazacak çok şey olmasına rağmen beni, bloguma yeni bir yazı eklemekten mahrum bıraktı. Bu süre içinde duygularımı genellikle Facebook ve Twitter'da paylaştım. Bu süreç elbette beni kitap okumaktan mahrum bırakmadı ve okudukça, yaşamakta olduğumuz günlere en uygun olabilecek kitaplardan biri olduğunu fark ettiğim kitabı yeni bitirdim.

Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış isimli kitap, satırlarına taşıdığı olayların sanki içinde olduğumuz günleri anlatıyor olmasının yanı sıra, Atatürk'ün 80 sene önce söylediği sözleri de sanki yeni söylenmişler gibi bugünkü mücadeleyi veren halka ışık tutması açısından önemli bir eser teşkil ediyor.

Yaşar Nuri Öztürk, kitabında şu sorunun cevabını arıyor:
"İslam ile Mustafa Kemal'in yaptıkları arasında bir çelişme var mıdır?"
Yazar, ayetleri ve belgeleri ortaya koyarak şu cevabı veriyor: "Cumhuriyet Devrimleri, İslam'a aykırılık şöyle dursun, İslam'ın bizzat talepleridir. Mustafa Kemal, yaptığı devrimlerle, özgün İslam'ın ve Hz. Muhammed'in hasretine cevap getirdiği inancındadır. Biz de o inançtayız."(s.45) Atatürk, Kuran'ın istediğini yaptı vurgusu kitabın özüne damga vurmuş. Yazar şunu da ekliyor: "Dinin, vahiy tarafından belirlenmiş hiçbir beyan ve tespitinin, Cumhuriyet devrimleri tarafından tacize uğradığı ispatlanamaz."(s.160)


Gezi Parkı Olayları diye dillendirilen ama esası itibarıyla siyasî yönetim tarafından zulme uğratılmış ve uğratılmakta olan halkın başkaldırmasıyla şekillenen halk hareketi, gençlerin dirilmesine, kendine gelmesine, içlerindeki ateşin ortaya çıkmasına, "muhtaç oldukları kudretin damarlarındaki asil kanda mevcut" olduğunu nihayet anlamasına yol açtığı gibi, tüm halkın birlik oldukları zaman ne kadar güçlü olduklarının farkına varmasına da sebep oldu. Bu hareket Türkiye'den dünya milletlerine yayıldı ve Türk Milleti bu haliyle dünyaya da örnek ve öncü oldu.

Tüm bu yaşananlar içinde direnen bizlerin, yani halkın, üstüne basarak tekrarladığımız, sloganlaştırdığımız bir şey vardı: Mücadeleye devam! Kitapta aktarılan, tam da yeri gelmişçesine Atatürk'ün 5 Şubat 1924 günü söylediği şu sözlere bakınız:
"Sultanların boğdukları zannolunan millet ruhu; saltanat, taht ve tacı parçalanarak yeniden canlandırıldı. Milletin teyakkuzuna, milletin ilerleme ve gelişme kabiliyetine güvenerek, milletin azminden asla şüphe etmeyerek cumhuriyetin bütün icaplarını yerine getireceğiz...Mücadele bitmemiştir." (ABE 16/209*)

Atatürk bu sözlerdeki mücadeleyi, cumhuriyeti kurduktan sonraki mücadele olarak veriyor. Biz ise şu anki mücadelemizi, cumhuriyeti, sultanlık hevesindeki emperyalizm kuklalarından geri almak aşamasında vermekteyiz. Cuma namazına milletin vergileriyle ödenen helikopterle giden hainlere karşı, hayatı boyunca bir kez harcırah bile almamış olan Atatürk'ün evlatları olarak mücadelemizi sürdürmeliyiz. Çünkü henüz tam netice alınamamıştır. Ve bu konuda herkesin yapacağı uğraşlar vardır, olmalıdır. "Neticesiz uğraşmak çalışma sayılmaz. Hiçbir şey yapmamak veyahut neticesiz, mânâsız şeyler yapmak, çalışma kanununa karşı büyük kabahattir." (ABE 23/64-67) "Allah'ın emri, çok çalışmaktır." (ABE 15/110)

10 küsur senedir iktidara doymayan ve bu süre içinde yapageldikleriyle halkın bugün direniş içine girmesine yol açan yöneticiler, başkanlık sistemini de getirerek resmî sultan haline gelmenin hesaplarını yapmaktalar. Oysa bu cumhuriyetin kurucusunun neler söylediğine bir bakalım: "Birçok yerden müracaatlar görüyorum. Yaşadığım müddetçe reisicumhurluğumu istiyorlar. Bu, bizim prensiplerimize aykırıdır." 2 Aralık 1925(ABE 18/127) "Uzun müddet iktidara sahip olmak üzere toplantı halinde kalacak olan mebuslar, yavaş yavaş kendilerini seçen milletin arzusundan, emellerinden, hislerinden ve fikirlerinden uzak kalır, arada bir ayrılık olur. Bir gün bakarsınız ki, millet başka türlü çalışıyor, millî emeller başkadır." 2 Şubat 1923 (ABE 15-76-83)

Atatürk'ün şu sözlerini tekrar hatırlayalım: "her millet, icraatına tahammül ettiği hükûmetin mesuliyetine ortak sayılır." Peygamberimiz ise 1400 sene öncesinden bize şu sözleri söylüyor: "Esas cihat, zalim sultan karşısında hakkı seslendirmektir."

Mücadeleye devam ilkesi içinde, Atatürk'ün şu sözlerini de zihnimize yazmamız gerekmektedir: "Asıl kurtuluşa ulaşmak, mücadeleyi tatil etmekle değil, ilelebet mücadeleyi devam ettirmekle mümkün olacaktır."(ABE 15/86-88) Bizler, bir bakıma, 1938'de mücadeleyi tatil ettiğimiz için bugünkü zulmü yaşamaktayız. Başımıza gelmiş olan ve gelmekte olan tüm musibetlerin birinci sorumlusu halktır. Yılanın başını küçükken ezmemeyi tercih etmiş olduğumuz içindir ki bugünkü mücadelemiz, olması gerektiğinden çok daha çetin olmaktadır. Ancak başka çaremiz olmadığını bilmeliyiz. Çünkü -yazarın sözleriyle ifadeye koyalım- "2000'li yıllarla birlikte 'küllî tahribat' sürecine geçilmiştir. Bu süreç başarıya ulaşırsa, Türkiye'nin 2023 yılında Cumhuriyet'in kuruluşunu kutlamasına değil, Müdafaai Hukuk Cumhuriyeti düşmanlarının 'Cumhuriyet'in çöküşü'nü kutlamalarına tanık olacağız."(s.431)

*ABE: Atatürk'ün Bütün Eserleri adlı, Atatürk'ün tüm söylemlerinin ve yazılarının toplandığı 30 ciltlik kitaplar dizisinin kısaltmasıdır.