23 Mart 2014 Pazar

Tsu'da Çilek Bahçesi

Tsu'da gittiğim en ilginç yerlerden biri Kouçiku Danşaku isimli çilek bahçesi idi [Orj: こうちく男爵いちご園 ,Uluslararası:Kouchiku Danshaku Ichigo-en]. Ayrıca, edindiğim en güzel deneyimlerden biri olduğunu da söyleyebilirim. 21 Mart cuma günü eşim, ben, oğlum, baldızım, bacanağım ve iki yeğen olarak yedi kişi gittiğimiz çilek bahçesinde hayatımda yemediğim kadar çilek yedim ve şimdiye kadar yediklerimin en lezzetlileriydi.

Kouçiku Danşaku'da, 3000 metre karelik bir alan içine kurulmuş olan yüksek seralarda çilek yetiştiriliyor ve bunların bir kısmı paketlenerek marketlere vs. dağıtılıyorken bir kısmı da ziyaretçilere sunuluyor. Ziyaretçiler randevu ile kabul ediliyor. Sabah saat 10'dan akşam 4'e kadar her saat başı yaklaşık yirmişer kişilik gruplar içeri alınıyor. Bir görevli gelip ziyaretçilere bilgi verdikten sonra herkes sıra sıra dizili olan çileklerin arasına dalıp dallarından topladıkları çilekleri afiyetle yiyorlar. Bir sayı ya da ağırlık sınırı olmaksızın 50 dakika boyunca midenizin alabileceği kadar çileği yiyebiliyorsunuz. Hatta bizim gibi saat 12'ye randevu alırsanız öğle yemeği niyetine de yiyebilirsiniz. Sonra yemek üzere ya da birilerine götürmek için yanınıza alıp dışarıya çıkarmanıza izin verilmiyor. Orada olduğunuz süre içinde yapabileceiniz tek şey, dallarındaki çileklerin olmuşlarından toplayıp afiyetle yemek.

Üç yaşından küçüklere ücretsiz olduğu için oğlum için ücret ödemedik. Bizim için kişi başı ücret 1400 JPY (~ 30 TL) idi. Şunu da belirteyim ki, Japonya'da meyve ücretleri çok çok pahalı. Meselâ, markette 70 liralık kavun var. Ya da Okayama'da bir şeftali yaklaşık 50 lira [1]. Elbette tamamı bu kadar uçuk fiyatlarda değil. Sadece özel üretim olanlar ya da seçme olanlar bu kadar yüksek fiyatlarda alıcı buluyor.

İlgili adresler:
http://www.koutiku-dansyaku.com/
https://www.kankomie.or.jp/event/detail_18844.html
_________________________________________________________________________________
[1] ilgili yazılar:
http://www.hayatinbencesi.com/2012/06/okayama.html
http://www.hayatinbencesi.com/2012/06/kibi-dango.html

6 Mart 2014 Perşembe

Affetme Cezası

Yanılgılardan çok büyük dersler çıkıyor. İşin içine hayal kırıklıkları girmese neredeyse sevinirsiniz. Ama bu hayal kırıklıkları sevinç hissetmenize engel oluyor.

Bir laf birine ağır geliyorsa, genellikle doğru olduğu içindir.

Meselâ, şu Facebook denen şeyin bile insanların gerçek yüzlerini gösterebileceğini kabul etmek zorundayız. 10 küsur senelik arkadaşım, evime girip çıkmış, sofralarımda bulunmuş, birlikte seyahat ettiğim, aynı odada kaldığım, uçağa atlayıp babamın cenazesinde yanımda olan, hatta nikahında şahitlik ve sağdıçlık ettiğim kişi, bir de bakıyorum ortadan kaybolmuş. Nedir diye inceleyince ismimi sildiğini ve erişimime engel koyduğunu görüyorum. Sadece bu kadarla da kalmamış, eşine de aynısını yaptırmış. Artık birlikte yer aldığımız resimlerdeki etiketler bile silinmiş. Nikahlarında şahitlik etmesini istedikleri kişiyi, birilerinin kendileriyle aynı resimde görmesinden bile rahatsızlık duyacak seviyeye inmişler. Yaklaşık iki yıllık bir sürecin geldiği son noktadır bu.

Çocukluk dönemimde çok yalan söylerdim. Bu durum ortaokulda da devam etti. Hatta neredeyse, kendi yalanına inanma hastalığı olarak bilinen Mitomani derecesine yaklaşmıştım diyebilirim. Halimden memnundum çünkü saygınlık dahil pek çok kazancım oluyordu. Ortamlarda yer ediniyor, bazı problemlerden sıyrılabiliyordum. Ancak lisedeyken bu alışkanlığım yüzünden kötü bir aile deneyimi yaşadım; asla geri getiremeyeceğim ve değiştiremeyeceğim bir olay. O zaman bu huyumdan kurtulmak istedim çünkü benzer bir şeyin tekrar başıma gelmesini istemiyordum. Ağzımı her açtığımda aklımdan sayısız yalanlar geçiyordu ama korkum o kadar ağır basıyordu ki doğrusu neyse onu söyleyiveriyordum. Zamanla korkum geçti, hatta doğru söylemenin huzur verdiğini keşfettim. Yalanlar gibi hatırlamak ve devamını getirmek zorunda olmadığım için kafam meşgul olmuyordu. Ama bu sefer de fütursuzca doğru söyler olmuştum. İçimde tutma zahmetine katlanmadan, başıma bir şey gelir kaygısına kapılmadan, arkadaş, öğretmen, akraba, komşu, patron, kim olursa çekinmeden yüzlerine söyler olmuştum. Dürüst olmak içimi hafiflettiği gibi, dobra olmak da içimin yağlarını eritiyordu. Ama eskisi kadar saygı görmüyor ve ortamlara kabul edilmiyordum. Bugün beni tanıyanlara sorun, benim için kullanacakları ifadelerden biri dürüst, diğeri açık sözlü olduğumdur.

İşin ilginç tarafı, etrafımdaki insanların tamamına yakını doğru söylendiği zaman daha çok rahatsız oldular. İşin daha da ilginç tarafı, başka birisine karşı açık ve dürüst konuştuğumu gördüklerinde bana alkış tutanlar, kendilerine aynı şeyi yaptığımda benden kaçtılar. Bunların arasında işte bu arkadaşım da var.

Yazdığım sözlere alındı ve bunların doğru olması ona ağır geldi. İsim bile vermeden yazdığım sözlere alınmasında şaşılacak bir şey yoktu çünkü adreslenenler içinde kendisinin de olduğunu ve sözlerin doğru olduğunu biliyordu. Ama tepkisi beni üzdü. Zaten benzer tepkileri, hatta daha fazlasını bir iki senedir şahsen gösteriyordu ama ilişkisini tamamen koparmak için bir bahane arıyordu ve onu bulmuş oldu. Sözler sebep değil, sadece aradığı bahaneydi; umursadığını bile sanmıyorum. İyi de eşini ne diye sürükledi onu anlayamadım. Yazdığım sözler aynen şunlardı:
"Amma gezdiniz şu Barselona'da be arkadaş! Tayyip sermayeli şirketinizin parasıyla orasına checked-in, burasına checked-in yapıp yapıp poz veriyorsunuz ama Ali İsmailler katledilince cebinizin korkusundan gıkınız çıkmadı. Hass-checked-in olun artık."

Son cümleye odaklanmadan sözleri değerlendirin ve o cümle hariç diğerlerini tekrar okuyun. Sözler genele hitaben söyleniyor. Çemberi daraltan üç şey var: şirketin tayyip sermayeli olması, şirket parasıyla Barselona'da gezenler ve katliamlara sessiz kalanlar. Katliamlara sessiz kalanlar tespitini yaptıktan sonra son cümleyi tekrar okursanız artık ağır gelmediğini görürsünüz.

Önce insanî açıdan değerlendireyim, sonra da kişisel açıdan. Bu sözlerin rahatsızlık vermesinin sebebi doğru olmasının yanı sıra benim tarafımdan söylenmiş olması. Barselona'da gezersin ve bunu arkadaşlarına söylersin. Bunda yadırganacak bir şey yok. Ne kadar güzel. Şirket seni oraya iş için veya gezesin diye bile göndermiş olabilir. Bu da çok makul. Mesele şu ki, kendisine yüksek bir mevki veren şirketin bağlı olduğu siyasî yapının uyguladığı zulümler karşısında menfaat kaygısı ile susmayı tercih ederken Barselona'da hangi lokantada olduğunu söylemeyi doğal bulmak ahlâkını yitirmemiş bir insan için daha önemli olamaz. Bir insan ekmeğini iki şekilde elde eder: ya kazanır ya birisi verir. Siyasî fikirlerini internet ortamında söylemeyi tercih etmiyor dersek çok iyimserlik etmiş oluruz. Ama bu kapıyı da açık bırakmak adına bahsetmiş olayım.

İşin kişisel boyuttaki mahiyeti ise şu: Evimi, arabamı emrine verip sağdıçlığını yaptığım nikahında, şahidi olmamı da isteyecek kadar yakın olduğum bu arkadaşımdan iki sene önce kendisini hiçbir zahmete sokmayacak bir şey istediğimde benden yüz çevirmişti. Üstelik bunu açıkça söyleyebilme mertliğini de gösterememişti. İşte yanılgılarımdan biri buradaydı. Anlaşılan bu durum onu çok rahatsız etmişti ki, aramızda kalan son irtibat aracını da ortadan kaldırmak için bahane bulmak iki yılını almıştı. Dahası, eşini de bu davranışına ortak etmişti. Oysa eşiyle eşim daha bir süre önce buluşmuşlardı. İşte hayal kırıklıklarımdan biri de buydu.

İnsanlar değişir derler. Ben buna pek katılmıyorum. Bence insanlar öyle kolay kolay değişmezler. Çevresindeki etkenler değiştikçe gerçek kişilikleri ortaya çıkar. Bu etkenler pek çok şey olabilir ama en çok sosyal ve ekonomik statülerindeki değişim olur. Bir insan yalan söylemekten vazgeçebilir ama vefalı bir insan haysiyetsiz oluvermez.

Yine de bana bir güven ve haysiyet dersi verdiği için kendisine minnettarım! Bu dersi oğluma da aktaracağım. Kendisi de kızına aktaracaktır. Büyüyüp nikah resimlerine baktığı zaman masanın bir yanında her gün gördüğü dayısı varken diğer yanında hiç görmediği benim kim olduğumu sorduğunda verilecek cevabı hazırlamışlardır mutlaka. Minareyi çalan kılıfını hazırlar ne de olsa. Bazen bir cezadır affetmek. Şems-i Tebrizî der ki "Sana affedilemeyecek kadar büyük hata yapan birini, akıl sınırlarının bittiği yerden başlayacak bir ceza vermek istiyorsan affet. Hissedilen her şeyi arşivleyen kader, kendisiyle en iyi biçimde ilgilenecektir." Kızlarına benim hakkımda doğru veya yanlış istediklerini söylemek, arkamdan istedikleri suçlamaları yapmak konusunda rahat olabilirler. Çünkü ben, eğer kaldıysa geçmişteki ve olacaksa gelecekteki tüm haklarımı, değil bu hayatta, ölümden sonra hesaplaşmak için olsa bile tekrar yüzlerini görmemek için peşinen helal ediyorum.