27 Kasım 2016 Pazar

Nagoya Treni

Şöyle tek başıma kalıp, rahat rahat alışveriş yapma fırsatını ne zamandır kolluyordum. Önceki Perşembe günü bu fırsatı nihayet yakaladım. Bir ay kadar önce Türkiye'den dönerken tıka basa doldurduğum valizime daha öncelikli şeyler yerleştirmek için kışlık botlarımı koymaktan vazgeçmiştim. Yeni bir çift kışlık ayakkabıyı Japonya'dan da alabileceğimi düşünmüştüm. Nagoya'ya gitmemdeki öncelikli amaç işte bu alışverişi yapmaktı. Kış arifesinin sert soğuğu her ne kadar seçimim yüzünden ayaklarımı cezalandırıyor olsa da, güneşi saklayacak bir tek bulutun bile olmadığı masmavi gökyüzü sayesinde ayağımdaki keten ayakkabılar pek sırıtmıyordu.

İstasyondaki küçük dükkândan bir şişe limon çayı alıp 09:20 trenine atladım. İşe gidiş vakti geçmiş olduğundan vagonların kalabalık olmaması, oturacak bir yer bulup küçük defterime bir şeyler yazma fırsatı vermişti bana. Çoğunlukla etrafımdaki insanları inceliyor, bazen pencereden dışarıyı izliyor, ara ara da çayımdan birkaç yudum alıp defterime bir şeyler karalıyordum. Şu an okumakta olduğunuz satırlar işte onlar.

Dikkatle bakıldığı zaman, bazı insanların ne kadar zor hayatlar geçirdiğinin izlerini yüzlerinden okumak mümkün. Taşıdıkları yükün izleri bilhassa kadınlarda daha belirgin. Çünkü onların yüzeysel argümanları daha fazla. Giysilerine, saçlarına, makyajlarına verdikleri özen, harcadıkları süre, seçimlerindeki beceri ve dikkat, taşıdıkları yükü kolayca açığa vurur. Özellikle elleri birçok şeyi ortaya çıkarır, çünkü ellerinin anlattıklarını susturacak bir makyaj yoktur. Halleri, tavırları, gözlerinin ne kadar uzağa baktığı, bedenleri orada olduğu halde düşüncelerinin farklı yerlerde gezdiği hissedilir. Kadınlar bunların kendilerini ne kadar fazla ele verdiğinin farkına varmazlar. Zaten erkekler de büyük bir çoğunlukla bu farkı asla anlayamazlar. Bu sözleri, hemcinslerimi çok iyi tanıyan biri olmaktan ziyade kendimden de bildiğim için söyleyebiliyorum. Zira, kendi hayatımda karşılaştığım insanların görünümleriyle, söylemleriyle yaşadıklarını ve yaptıklarını eşleştirip, sonradan sonraya da insanları gözlemlemeye biraz merak sarıp tahminlerimin gerçek hayatta ne denli isabetli veya yersiz olduklarını öğrenme konusundaki deneyimlerimi arttırıncaya kadar ben de aynı taraftaydım. Muhtemelen kadınlar da anlayamayacağımızı zaten bildikleri için bazı ayrıntıları es geçiyorlar ya da gözden kaçacağını zannediyorlar. Kadınların bu hususta bizden daha zeki olduklarını düşünmüşümdür her zaman. Ben insanları inceleyip, tüm bunları anlamaya çalışarak tahminler yürütmeyi, kimi zaman onlar hakkında kafamda hikayeler oluşturmayı seviyorum.

Vagonlarda, yaşlıların, bebekli annelerin, hamilelerin ve engellilerin oturma önceliklerinin bulunduğu bir bölüm bulunur. İşaretler ve yazılardan anlaşılabileceği gibi, iyice belirgin olması için diğer koltuklardan da farklı bir döşeme rengi kullanılır. Japonlar söz konusu olunca tüm yolcuların bu belirlemeye mutlaka saygı göstereceğini düşünebilirsiniz ama beklentinizi o kadar yüksek tutmamanızı öneririm. Yine de çok şaşırmamanız için istisnaların çok çok az olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca bunun 'karşılıklı' olduğunu da belirtmem gerek. Öyle ki, yaşlılar ve diğer özel durumu olan kimi yolcular zaman zaman herkese açık koltuklarda oturmayı, hatta ayakta durmayı tercih edebiliyorlar. Herkese açık olan koltuklarda 15-16 yaşlarında bir genç otururken, yanı başında ayakta durup bir eliyle tutamacı, diğeriyle bastonunu tutan yetmişlik bir amca görürseniz gayet olağan olduğunu kabul etmeniz gerek. Ancak benim bulunduğum vagonda özel durumu olanlar için ayrılmış koltuğa oturan lise öğrencisi bir genç kız, görsel olarak, bulunduğu yeri tamamen inkâr ediyordu. Çektiğim fotoğrafa bakınca sanırım ne demek istediğimi anlayacaksınız (evet, üzerindeki üniforma onun lise öğrencisi olduğunu gösteriyor). Vagonun diğer tarafında ise, resimdeki gibi bir başka pusetli kadın kapının önünde ayakta durmuş elindeki kitabı okuyordu ve kimse oturduğu yeri ona önermediği gibi kendisinin de bu durumdan hiç şikayeti yoktu. Kompozisyonu tamamlamak için onun da resmini çekip buraya koymak istemiştim ama tam hazırlığımı yaparken sonraki durakta indi.

Uzun lafın kısası, burada kimse kimsenin ne giydiğiyle, nereye nasıl oturduğuyla ilgilenmiyor. O ne takmış, bu ne giymiş, şunun neresi açık, filan gibi tespitler yapmayı kendine görev edinen bir kimse yok. Herhangi bir kişinin bir başka kişiye bakıp burun kıvırdığını bile göremezsiniz. Yukarıda resmini çektiğim kıza, niye buraya oturuyor diye bir bakış atan tek kişi bile olmadı. Hatta, bu resmi çektiğim için beni sapık sanan olursa şaşırmayın. Toplu taşıma araçlarında şortlu bir kadın görünce tekmeleyen ruh hastalarını burada bulamayacağınız gibi, böyle biri olsa bile, bırakın bizdeki gibi serbest bırakılmayı, senelerce güneş yüzü gösterilmeyeceğine de fazlasıyla emin olabilirsiniz [1].

Yarım litrelik çayımı bir saat beş dakikalık tren yolculuğuma yayarak bitirdiğimde küçük defterimin epey bir sayfası dolmuştu. Akşam saatlerine kadar süren şehir ziyaretimde ise çok az şey yazabildim, çünkü istediğim gibi bir çift bot bulmak o kadar kolay olmadı. Kolay olacağını düşünerek şehirdeki ilk saatlerimi biraz keyif yapmaya ayırmamın da bunda payı var elbette. Yapmak istediğim bir keyif daha vardı, o da istasyon binasının elli birinci katındaki şarap evinde bir kadeh şarap içmekti ama onu başka bir sefere bıraktım. Aynı şeyi beş sene önce geldiğimde yapmıştım ve mecburen o yazdan kalma güne ait bir resmi sizinle paylaşıyorum. Uğradığım son mağazada nihayet içime sinen bir çift bot bulup alabildim. Son mağaza diyorum, çünkü orada da bulamasaydım dönmeye karar vermiştim. Dönüş yolculuğunda o kadar bitkindim ki, etrafımı incelemeye mecalim kalmamıştı. Yol boyunca not defterimi cebimden bile çıkarmadan kendimi eve attım.
_________________________________________________________________________________
[1] İlgili haber: http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/son-dakika-haberleri-sortlu-kadina-saldiran-sahis-tahliye-oldu-1470362/

17 Kasım 2016 Perşembe

Sorunun Yanıtında Sorunun Cevabını Aramak

Bazı insanlardan bir cevap almak bazen Çin işkencesine dönüşüyor. Çalışma arkadaşlarınız olsun, uçaktaki hostes olsun, dükkandaki tezgâhtar olsun, oteldeki resepsiyoncu olsun, hastanedeki hemşire olsun, kim olursa olsun fark etmiyor. Soruya öyle bir karşılık veriyorlar ki cevabı içinden çıkarmaya çalışırken afallıyorsunuz. Bu durum büyük oranda evet-hayır cevabı verilecek sorularda yaşanıyor.

Meselâ, "üzerindeki bluzu yeni mi aldın" diye soruyorsunuz, "dün akşam bunu caddede gezerken gördüm" diye cevap veriyor. Doğal olarak dün akşam caddede gezerken o bluzu görüp aldığı sonucuna varıyorsunuz ama cevap açıkta kaldığından onaylaması için ikinci bir soru soruyorsunuz, "yok yaa, eski bu" diye cevap veriyor. Afallama süreci içinde, caddede gezmesinin konuyla ne ilgisi olduğu, "bu" derken kastettiğinin üzerindeki bluzun aynısı mı olduğu, değilse ne olduğu gibi sorularla aklınızı kemiriyorsunuz.

Aşağıdaki örneği kendilerine yakın bulan kaç kişi çıkar acaba;

- Bugün kafeye gidiyor muyuz?
- Bugün yağmur yağacakmış.
- Öyleyse gitmiyor muyuz?
- Biraz sonra Aysun'u aramam gerek.
- Aysun'u kafeden arayabilirsin.
- Geç olur, buradan ararım.
- Tamam, ben de üzerimi değiştireyim.
- Bir yere mi gidiyorsun?
- Yahu beraber gitmiyor muyuz işte?
- Nereye?
- Kafeye ulan kafeye!
- Ne bağırıyorsun ayol?
- Hay ben böyle işin..ben mutfağa gidip kendime bir kahve yapıyorum.
- E hani kafeye gidiyorduk?
- Gitmiyorum.
- Bana da yap bari o zaman.

Aksilik bu ya, bu tür kişiler de genelde karşınıza art arda çıkarlar ve ,ilginçtir, seçenekleri olan soruları evet-hayır diye yanıtlarlar.

- Bu kafenin tuvaleti aşağı katta mı, yukarıda katta mı?
- Evet.
- Evet aşağı katta mı, evet yukarı katta mı?
- Merdivenlerin sonunda sağda.
- Merdivenleri çıkınca sağda mı, inince sağda mı?
- İkinci kata çıkınca hemen göreceksiniz.

Altınıza yapmadan öğrendiğiniz için kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Bu insanlar için psikolojide bir tanımlama var mıdır, çok merak ediyorum.

1 Kasım 2016 Salı

Undoukai

Japonya'nın her okulunda düzenlenen bu tür gösterileri izlemekten zevk alıyorum. Cümleden anlaşılacağı üzere bu benim ilk katılışım değil. Oğlumun doğumu sebebiyle 2012'de Japonya'ya geldiğim zaman eşimin yeğenleri Airi ve Ryo'nunkine katılmıştım (ilgili yazı: Tsu'da İlk Haftaonu). O kadar beğenmiştim ki, bir aile üyesi değil de bir turistmişim gibi sayısız fotoğraf çekmiştim. Fotoğraf çekmek denince akla gelen ilk millet olan Japonlar o gün beni görünce ne düşünmüşlerdir bilmem. Okulu, öğrencileri, öğretmenleri, velileri, faaliyetleri, her şeyi dikkatlice incelemiş, eve döndüğümde lohusa döneminin tüm gerginliğini üzerinde taşıyan eşimi sayısız soru yağmuruna tutmuş, büsbütün çılgına çevirmiştim. Oğlum henüz ilk ayını bile doldurmamıştı, kardeşinin dünyaya gelmesine ise daha üç sene vardı ama çocuklarımın eğitimlerini Japonya'da almaları fikrimin ilk ortaya çıktığı gün işte o gündü. Bu fikrimi yıllar içinde olgunlaştırdım, hazırlıklarımı yaptım, uygulamaya koydum ve dört buçuk yıl sonra kendimi oğlumun gösterisine katılırken buldum.

Japonca Undoukai (運動会) sözcüğü dilimize 'spor festivali' olarak çevrilebilir. Gösterilerin içeriği bakımından da bizdeki 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik Ve Spor Bayramı'na karşılık geldiği söylenebilir. Zira millî bir bayrammış gibi Japonya millî marşı eşliğinde bayrağın göndere çekilmesiyle başlayan tören, yine millî marş eşliğinde bayrağın toplanmasıyla sona erer. Ancak ülke geneline yayılan sabit bir tarih belirlenmiş değil. Her okul kendi spor festivalini kendi tarih seçimine göre yapar ve buna anaokullar da dahildir. Yaş gruplarına göre faaliyetler çeşitlilik gösterir.

Oğlum Eren'inkine gelince.. Gösterilerin ve müsabakaların yapılacağı okul bahçesinin çevresi velilerin izleyeceği bölümlere ayrılmıştı. Herkes gibi biz de hasır örtümüzü yayıp üzerine oturarak gösterileri izledik. Bizim hasırımızın nüfusunu ben, eşim, oğlum Kayra, kayınvalidem ve kayınpederim oluşturuyordu. Sınıflarına göre tüm öğrenciler, önlerinde öğretmenleri ile birlikte marş eşliğinde tören alanına girip sıra oldular, izleyicileri selamladılar. Daha sonra, beklemeleri için ayrılan bölüme geçip alanı boşalttılar ve sıraları geldikçe gelip gösterilerini yaptılar.

Spor faaliyetlerini koşu, basket atma, jimnastik oyunları oluşturuyordu. Dans gösterileri ve bando müziği de faaliyetler arasındaydı. Gösterilerin birkaç bölümüne veliler de dahil edilerek halat çekme, ip atlama gibi küçük yarışmalar düzenlendi. Etkinliklerinden birinde de öğrenciler velilerinden biri ile dans etti. Artık ilkokulda eğitim gören, anaokulun önceki mezunu çocuklar da törene katılarak bayrak yarışı yaptılar. Öğlen arasında çocuklar velilerine katılarak hep birlikte hasır üzerinde yemek yediler. Piknik havasındaki soframız epey genişti ve hem eşim hem kayınvalidem özenle hazırlık yapmışlardı. Oğlum Eren çok enerji harcamış olacak ki hepimizin paylaşması için hazırladığımız sosislerin dörtte üçünü bir çırpıda bitirip diğer yiyeceklerin de hemen hemen hepsinden yedi.

Okulun ağaçlık bir alanı var ve kaydırak, salıncak gibi birçok oyun aleti bu alana yayılmış durumda. Yemekten sonra, gösterilerin tekrar başlayacağı saate kadar oğlumla birlikte o ağaçların arasında yürürken kendimi küçük bir ormanda gibi hissettim. Çocukların ders aralarında böyle bir yerde vakit geçirme imkânına sahip olmaları gerçekten çok güzel. Hatta derslerin bir kısmının orada yapıldığını bilmek harika.

Gösterilerin sonunda tüm öğrencilere günün hatırası olarak madalyalar dağıtıldı ve tören Cumartesi günü düzenlendiği için Pazartesi günü okulun tatil edildiği duyuruldu. Eren madalyasını o kadar sevdi ki bazen evde yemek yerken, oyun oynarken bile takıyor. Ara sıra bana gelip madalyayı neden verdiklerini tekrar tekrar soruyor. "Gösterilerde çok çalıştığın için" cevabımı çok beğendiği için mi, yoksa benden "sen birinci oldun bu yüzden" cevabını bir türlü alamadığı için mi aynı soruyu bu kadar tekrarlıyor, onu henüz anlayamadım.

Japonya'ya törenden sadece iki gün önce gelmiştim. Türkiye'de yapmam gereken işlerin çoğunu yaklaşık iki haftalık süre içinde tamamladım. Yapmayı düşündüğüm birkaç şey daha olmasına rağmen sırf oğlumun ilk kez yer aldığı bu spor festivalinde onun yanında bulunabilmek için Japonya'ya erken döndüm. Böylece bir hayalimi daha gerçekleştirmiş oldum.