23 Mayıs 2015 Cumartesi

Veli Toplantısı

Bugün hayatımda ilk defa bir veli toplantısına veli olarak katıldım. Gayet eğlenceliymiş meğer. Oysa veli toplantıları öğrencilik hayatımın en kabuslu organizasyonları olmuştur. Üç yaşına henüz girmiş olan oğlumun anaokulundaki veli toplantısına geçmeden önce, yeri gelmişken biraz eskiye dönüp o kabuslu günlerimden bahsedeyim.

Epey haylaz bir çocuktum. Okulda, sokakta, sınıfta, evde rahat durmazdım. Şimdilerde bu tip çocuklara hiperaktif deyip davranışlarına yön vererek eğitmeye çalışıyorlar. Ama eskiden yaramaz deyip oturtmaya ve susturmaya çalışırlardı. Hayatında hocaları, ailesi, akrabaları, kısaca çevresindeki tüm büyükleri tarafından benim kadar suçlanan bir çocuk olmuş mudur bilmem. En azından ben görmedim. O kadar ki, evinde bir eşyasının kırık olduğunu fark eden komşumuz annemi arayıp, Mutlu bugün bizim eve hiç girmiş mi biliyor musun, diye sorduğu olmuştur (gerçek örnektir). Üzerimdeki suçlanma korkusu öyle bir duruma gelmişti ki, annem misafirleriyle konuşurken kötü bir olaydan bahsedilse benden bileceklerini zannederek odama kaçar, Beethoven dinlerdim.

Haylazlığımın, ya da bana ithaf edildiği sıfatla yaramazlığımın yanı sıra ders notları süper bir öğrenci de değildim. Bu da aile ve okul büyüklerim tarafından sevilmememin bir başka sebebiydi. Benden bir iki yaş küçük bir akrabam vardı, kız 10 alamayıp 9 aldığı için bühüüeeee diye göz yaşlarına boğulur, aman da ne şirinmiş, kıyamam da kıyamam falan diye herkesin sevgisini toplardı. Ben de özellikle on beşten önceki yaşlarımda sürekli olarak bunlarla kıyaslanmaya mahkum olurdum. Üniversiteye sınav kazanarak girip 3.67 not ile (4'lük sistemde) başarı bursu aldıktan sonra üstüne bir de yüksek lisansı tamamlayıp yüksek mühendis çıkınca, annem nihayet sorunun kendisi, hocalar ve başka çevresel etkenlerde olabileceğini kabullenir olmuştu.

Uzatmayayım, geleyim veli toplantılarına. Cem Yılmaz'ın filmlerinden birindeki espri ile ifade edecek olursam, öncesi ve sonrası itibarı ile veli toplantılarının benim için kurgusu şu şekildeydi:

Önce hocalar Mutlu'ya, sonra annesi Mutlu'ya, sonra herkes Mutlu'ya.

Annemin bir veli toplantısından dönüp de, filanca hoca senin hakkında şöyle güzel şeyler söyledi, dediğini hatırlamam. Hocalar sırayla benim için veryansın edermiş, annem de ağzını açıp, peki siz hocaları olarak bu durumu düzeltmek için ne yapıyorsunuz, diye sormazmış. Eve gelir hırsını benden çıkarırdı. Okulda da evde de beni savunan kimse olmayınca, dayanamayıp karşılık verme ihtiyacı duyar, hocalara bile diklendiğim olurdu. Bu sefer de, sen hocana karşı mı geliyorsun, niye söz dinlemiyorsun, seni disiplin kuruluna veririm, ceza yersen üniversitede yurtlara kabul edilmezsin, vb, tehditlerle susturulurdum. Tabi veli toplantıları sonrası bunlar da bana evde faiziyle geri dönerdi.

Sonraki senelerde memleket öyle bir hal aldı ki, veliler hocalara, o kadar para ödüyoruz siz ne işe yarıyorsunuz, diye hesap sorar oldular. Hocalar veliler karşısında ezilir oldu. Bu durumu savunacak değilim. İşin bu kadarı hayasızlık ve edepsizlikten başka bir şey değil ve geleceğin vasıfsız insanlarını yetiştiren sistemin altyapısını oluşturuyor. Bu tür insanlar, Hababam Sınıfı filminde Mahmut Hoca'nın "..benim kanımca tembel çocuk, hatalı çocuk yoktur. Hatalı ve suçlu ana baba vardır.." tiradından anlayacak insanlar da değildir. Ancak ben diğer şekilden çok çektim ve şimdi burada yazmayacağım şeyler yaşadım. Şu kadarını söyleyeyim, çocukken evde benim yediğim lafları AKP İnönü'ye söylememiştir. Okuldakiler evi bilmez, evdekiler okulu anlamazdı. Buluştukları ortak nokta suçlunun ben olduğum idi. Sanki herkes işinin ehli uzman doktor, ben de tedaviye cevap vermeyen hastaydım.

Bu konuda yazabileceğim çok şey var ama yazmaya kalksam buraya sığdıramam. Eksik nokta kalmasın desem, bir kitapta ancak toplayabilirim. Ve emin olun abartmıyorum. Bu yüzden ben esas konuya tekrar döneyim.

Oğlumun okuluna eşimle beraber gittik. Veliler toplantısı için okul bahçesinde çocukların yaptığı resimler ve el işleri sergileniyordu. Böylece, öğretmenlerle konuşma sırası gelene kadar bahçede bu sergiyi gezip diğer veliler ile konuşabileceğimiz sosyal bir ortam yaratılmıştı. Sergiyi gezerken, farklı ülke kültürlerinin temalarının kullanıldığı çalışmalar da yapılmış olduğunu gördük. Eşimin Japon olması sebebiyle bizim için en ilginçleri Japonya temalı olanlardı. Benim daha önce bir yazımda kullandığım Koinobori (ilgili yazı: Koinobori) ve Noh Maskeleri çalışmalarını görmek eşimi ayrıca mutlu etti.

Her defasında bir öğrencinin veli ya da velileri ile baş başa olmak üzere öğretmenlerle odalarında onar dakikalık konuşmalar yapılıyordu. Bu şekilde oğlumun okuldaki durumu, davranışları, paylaşımı, katılımı gibi konularda bilgiler aldık. Olumsuz sayılabilecek konularda öğretmenlerin okul içinde neler yapıyor olduğunu öğrenmemizin yanı sıra bizim de ailesi olarak evde neler yapabileceğimizi sorguladık.

Sonuçta bu Veli Toplantısı denen şey o kadar korkulacak bir şey değilmiş. Adettendir deyip, veli toplantısı sonrası eve dönünce oğluma bağırıp çağırmak veya dövmek istemek gibi bir hissiyata da kapılmadım. Gerçi henüz ortaokul döneminde olmadığı için bunları iyi günlerimiz olarak niteleyip, o zaman gelince görürsünüz, diyen olur mu bilmem. Yine de, okuyarak edindiğimiz bilgileri, yaşayarak edindiğimiz deneyimlerle harmanlayıp, kendisi de öğretmen olan eşimle beraber çocuklarımızı iyi yetiştirebilmek için çaba harcayacağız. Tüm anne babaların bu çabalarının sonunda, evlatlarını güzel insanlar olarak yetiştirmiş oldukları günleri görmelerini dilerim.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Oğlumun Üçüncü Yaş Günü

Oğlumun üçüncü yaş günü, sadece en sevdiğim varlığın doğduğu günün yıldönümü değil, aynı zamanda çok sevdiğim eşimin anne oluşunun ve benim baba oluşumun da üçüncü yıldönümü. Saymaya kalksam, annemin babaanne oluşundan başlarım, hem benim hem eşimin ailesinden bir çok kişinin teyzeler, dedeler, vs oluşlarının da yıldönümleri olduğunu yazarım. Bir çocuğun doğum günü tüm aile fertleri için ne kadar da anlamlı ve özel bir gün aslında. Tesadüf bu ya, oğlumun yaş günü bu sene bir de sene anneler gününe denk geldi.

Arkadaşlarımızla beraber bir parti yapmaya heveslenmiştik ancak eşimin şu anki hamileliğindeki sıkıntılar ertelememizi gerektirdi. Üç senedir, şöyle özel bir yer tutup, dostlarımızı ve akrabalarımızı çağırıp parti havasında bir kutlama yapma isteğimizi bu sene de gerçekleştiremedik. Yine de oğlumun bu sefer daha şanslı olduğunu söyleyebilirim çünkü bu sene iki kez kutlama yapıldı. Birincisi 8 Mayıs'ta, birkaç aydır oğlumun gitmekte olduğu anaokulda yapıldı. Anne-baba olarak bizim katılmamıza izin yoktu. Ancak fotoğrafları görebiliyoruz ve gördüğümüz kadarıyla gayet güzel, şirin bir parti olmuş. Oğlumun yaşıtı sınıf arkadaşları ve sınıf öğretmeni, eşimin yapmış olduğu güzel pasta eşliğinde bir kutlama yapmışlar ve oğluma güzel hediyeler vermişler. Burada eşim için de birkaç kelime yazmazsam büyük haksızlık etmiş olurum. Eşim, iki gün öncesinde o pastayı evde ilk kez hazırlamıştı ve böylece öncelikle denemesini yapmıştı. Titizlikle hazırlayıp eksiğini, fazlasını ölçmüş ve doğum günü partisi için tekrar yapmıştı. İkinciden tek lokma bile yiyemedik ama beni çeşnicibaşı olarak kullandığı ilk pasta bile gayet güzeldi.

İkinci kutlamayı, Adana'dan gelen annemin ve çok sevdiğimiz iki komşumuzun katılımıyla evde yaptık. Bu sefer pastayı dışarıdan almaya karar vermiştik ama anneler gününe denk gelen pazar günü pastanelerde pastalar kapışılmıştı. Bunun üzerine, katılımla aynı sayıda tek porsiyonluk farklı farklı pastalar aldık. Mum üflendikten sonra hepimiz istediğimiz pastayı seçip afiyetle yedik. Oğlumun yaşamının ilk üç senesini böylece geride bıraktık ve sonraki yaşlarını güzellikler içinde geçirmesi dileklerimizle yaşamımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.