Üniversite kampüsünü sakura zamanı ziyaret etmek ayrı bir keyif. Üniversitenin yeni mezunlarını verip yeni öğrencilerini kabul ettiği bu döneminde, öğrencilerin heyecanına kampüsteki sakuralar eşlik ediyor. Ağaçlar onların cıvıltıları içinde önce çiçek açıyor ve pembeye, sonra yapraklanıyor ve yeşile bürünüyor. Yürüyüş yapmak, ağaçların altında oturmak, biraz nefes almak için değil de, sadece o gencecik öğrencileri ders çalışırken, spor yaparken, gülüp eğlenirken izlemek için bile gidilir üniversiteye.
Bu yıl sakura zamanı vakit ayırıp gitmek istediğimiz bir yer daha vardı: İga (伊賀市). Benim eşim gibi eşi Japon olan bir diğer Türk arkadaşımın yaşadığı İga'ya daha önce birkaç kez gitmiştik ama kiraz çiçeklerinin açtığı döneme ilk kez denk getirdik. Tsu'daki kiraz ağaçlarının çiçekleri yavaş yavaş dökülüp dallardaki yerini yapraklara bırakmaya başladığı sırada, daha yüksek bir il olması sebebiyle İga'da kiraz çiçekleri yeni açmıştı. Hemen şunu belirteyim, bahar gelmeden önce ülkenin şehirlerine, yörelerine göre hava durumunu, sakuraların açma ve dökülme zamanını araştırıp kendilerine bir güzergâh belirleyen, sakuraların fotoğraflarını çekebilmek için her yıl bu günleri bekleyen fotoğrafçılar var Japonya'da. Sadece fotoğrafçılar değil, bu pembe günlerin tadını çıkarmak için her yıl, deyim yerindeyse sakura tatili planlayanların sayısı da oldukça fazla. Bizim İga'ya gitme planımızı ise sakuralar kısmen oluşturuyordu. Öncelikli olarak Mehmet ve Mamiko'ya konuk olmak, hasret gidermek, sohbet etmek ve dertleşmekti amacımız.
İga'ya gideceğimizi öğrenen baldızım da çocuklarıyla birlikte bize katılma kararı aldı. Hemen arkasından kayınpederim ve kayınvalidem de gelmek isteyince dokuz kişilik bir ekiple Tsu'dan çıkıp İga'nın yolunu tuttuk. İki arabayla sabah dokuzda yola çıkıp bir saat kadar sonra İga'daki İwakurakyo Parkı'na (岩倉峡公園) ulaştık. Dostlarımızla ilk buluşma yerimiz olan bu parkta yaklaşık iki saat geçirdik, yeşilin, doğanın ve tabii ki sakuraların içinde sohbet ettik. İwakurakyo Parkı geniş bir alana yayılmış, içerisinde kamp alanı, çocuk parkları, piknik yerleri, yürüyüş parkurları barındıran, iki yanını Kizu Nehri'nin (木津川) ayırdığı, doğayla kucak kucağa, tepelik bir alan. İnsan tüm stresinden uzaklaştığı bu parkta, ormanın derinliklerine dalıp, ağaçların içinde bir kulübe yapsa tüm ömrünü geçirebilecekmiş gibi hissediyor. Bu düşünceler içindeyken midemizden gelen uyarılar, iyi de o kulübede ne yiyip ne içeriz, sorusunu aklımıza getirmişti ki, böylece sohbetimize yemekte devam etmek üzere parktan ayrılıp arkadaşlarımızın evine geçtik.
Evin bahçesinde, yakılmak üzere bizi bekleyen bir mangal ve hemen yanında güzelce kurulu bir sofra vardı. Türkiye'den uzak kalmamız, mangalsız yaşamayı göze aldığımız anlamına gelmiyor elbette. Doğanın temiz havasıyla doldurduğumuz ciğerlerimizi mangal dumanıyla şenlendirmenin vakti gelmişti. Mehmet'in kendi elleriyle yaptığı ekmeklerin arasına koyup doyasıya yediğimiz kebaplardan sonra meyveler ve tatlılarla iyice doyurduk karnımızı. Sakuralarla Japonca başladığımız günü, mangalla Türkçe tamamladık. Ve bu senenin sakura zamanını böylece bitirmiş olduk.