12 Ağustos 2010 Perşembe

Saflık, Enayilik ve Anayasa

Küçük bir çocuk vardır. Yemek yerken kazayla kaşığından şortuna yoğurt damlatır. Annesi etrafta yoktur ama görseydi kızardı diye düşünür. Yemeğini bitirir kalkar. Annesine gider. Anne yoğurt lekesi çıkar mı, diye sorar. Annesi de, çıkar yavrum, nereye döktün der. Çocuk nasıl anladığına şaşırır ama annesi için anlaması çok kolaydır.
İşte bu saflıktır.

Başka bir çocuk vardır. Yemek yerken kazayla kaşığından şortuna yoğurt damlatır. Annesi etrafta yoktur ama görseydi de kızamayacağını bilir. Çünkü yoğurt lekesi çıkar. Yine de bir şeyler yapmak ister. Dışarıda oynayan çocuklardan birini ikna edip kendisininkinden daha ucuz, daha uyduruk şortuyla değiştirir. Annesi görünce sorar, bu şort senin değil, nereden buldun? Çocuk da akıllı bir iş yapmış gibi anlatır, şortuma yoğurt damladı ama sen kızmadan ben gidip temiz bir şortla değiştirdim der
İşte bu enayiliktir.

Bir de enayi yerine konmak vardır.
Arkadaşının şortuna yoğurt döktüğünü gören çocuk onun şortuna sahip olabilmek için, yoğurt lekesi çıkmaz, annen görürse çok kızar, diye şortları değiştirmek ister. Diğer çocuk bu numarayı yutar ya da yutmaz.
İşte bu enayi yerine koymaktır.

Tayyoş diyor ki, bu anayasa sizin yararınıza, kendim için bir şey istiyorsam namerdim. İşte 12 Eylül seçimlerinde millet bunu oylayacak.

Ya "EVET ben enayiyim" diyecek.
Ya "HAYIR ben enayi değilim" diyecek.

10 Ağustos 2010 Salı

Fazıl Say, Ercan Saatçi ve “yavşak” polemiği

Tüm polemik Fazıl Say’ın Twitter’da “Bir haftadır kendimi tutuyorum ama 37 yıldır F.Bahçeliyim. 3 bin nüfuslu İsviçre köy takımına elenme yavşaklığından utanıyorum” yazmasıyla başladı. Bunu gören Ercan Saatçi de kendi köşesinde “Fazıl Say yavşaklığı bıraksın” diye yazı yazmış.

Şimdi benim kimseyi savunacak halim yok. Müzisyen değilim ama iyi bir müzik dinleyicisiyim. Gazeteci de değilim ama iyi bir okuyucuyum ve takipçiyim. Bu polemik konusu bende bir şeyler yazma ihtiyacı uyandırdı. Öncelikle bir karşılaştırma yapalım. Fazıl Say’ın yaptığı ve yorumladığı müzik Ercan Saatçi’nin yapmış olduğundan çok ama çok daha yüksekte. Fazıl Say halen müzik yapıyor, yani kendi mesleğini yapıyor. Ercan Saatçi spor yazarlığı, yorumculuğu yapıyor. Fazıl Say kendi yeteneği, becerisiyle ve çalışmalarıyla müzisyen oldu. Ercan Saatçi Ertuğrul Özkök’ün kızıyla evlendiği için aynı gazetede yazar oldu. Fazıl Say dünya çapında bir sanatçı. Ercan Saatçi Türkiye çapında bir popçuydu. Fazıl Say Türkiye'yi dünyada temsil ediyor. Ercan Saatçi gazetede Fener'i temsil ediyor; bu temsilciliğini yüksek göstemek için de Fenerbahçe'yi "cumhuriyet" olarak takdim ediyor. Fazıl Say Nazım Hikmet’i müziği ile anlatırken, yüceltirken Ercan Saatçi kameranın önünde “nasıl s..tik cimbomu” diyerek kendince Galatasaray'ı küçültüyor.

Ercan Saatçi köşesinden diyor ki “F.Bahçeli geçinen Fazıl, 100. yılda bu kulübe para karşılığı senfoni yazdığını unutmuş galiba.” Sanki kendisi gazeteceliğe kayınpederinin hatırı için bedava başladı, bedava yapmaya da devam ediyor. Koskoca gazete bir popçuyu niye gazetesinin spor yazarı yapsın? “Grup Vitamin'de güzel şarkı sözü yazıyordun, hadi gel şimdi de gazeteye spor yazıları yaz” !!! Yok artık daha neler! Sanki Fazıl Say Fenerbahçe Klübü’ne gitmiş “bana para verin de size bir senfoni yazayım” demiş. Ha şimdi ola ki Ercan Saatçi buna benzer bir eleştiri ile karşılaştı. O da şöyle diyebilir: “sanki ben Özkök’e gittim, ‘kızını alırım ama sen de bana gazetende yer ayır’ dedim”. Öyle oldu mu olmadı mı bilmem. Öyle olmadı diyelim. O zaman sen de ortaya çıkıp ona buna sanki öyle yapmışlar gibi laf atamazsın. Herşey bir tarafa Fazıl Say bir sosyal paylaşım sitesinde kendi tuttuğu takıma laf söylüyor ama sen kameralar önünde bir başka takıma küfür ediyorsun, gazete köşende de, sanatsal açıdan asla yanına bile yaklaşamayacağın bir şahısa dil uzatıyorsun.

Ben Fazıl Say’ın müziğini dinlemeye ve bir Türk olarak onunla gurur duymaya devam edeceğim.

3 Ağustos 2010 Salı

03.08.2010

İki gün önce akşam üzeri eşim ve annemle birlikte Bağdat Caddesi’nde kısa bir yürüyüş yaptık. Bir pastanede su muhallebisi yedik, eşim de dondurma yedi. Güzel bir akşamdı. Annem önce gelmek için çekindi. Karı-koca ile birlikte kendini biraz rahatsız hissetti. Ama ben onunla birlikte olduğuma memnun oldum. Dönerken bir süre bankta oturup dinlenmek ihtiyacı duydu. Annemin yürüyüşündeki aksaklık ve zorlanma da dikkatimden kaçmadı ve kendimi kötü hissettim. Onun yaşlanmış olduğunun daha çok farkına vardım.

Annemin tüm hayatı birilerine bakmakla geçti. Ortaokuldayken kaybettiğim anneannemin son zamanlarında hep onun yanında kaldı. Selami dayım çok uzun seneler hastalığı yüzünden evden çıkamadı. Annem ona da baktı. Hatta dayım gençken de çok hasta olurmuş. Daha sonra Aydın dayımın beklenmedik bir şekilde kansere yakalanması ile ona da bakmak durumunda kaldı. Babama ise tüm hayatı boyunca baktı. Her zaman söylerim, eğer annem olmasaydı babam 80li yaşlarını göremezdi. Ancak artık etrafında kendisinden başka bakıcılık yapacağı kimse kalmadı. Şimdiye kadar başkalarına bakmaktan kendine bakamamış olan annem artık kendi durumunun daha çok farkında. Hasta olduğu zaman, bir yeri ağrıdığı zaman daha çok korkuyor.