27 Mayıs 2012 Pazar

Tsu'da İlk Haftasonu

Zamanımın büyük bir kısmını oğlumla, eşimle ve buradaki ailemle geçiriyorum ama bu haftasonu hakkında yazabileceğim başka pek çok oldu ve burada onları yazacağım.

Öncelikle beni şaşırtan bir saygınlık gösterisini yazayım:

Eşimin küçükken ve şimdi de yeğenlerinin piyano öğretmenliğini yapan İmataka-sensei, biz Türkiye'deyken bizi ziyarete gelen kayınpederim ve kayınvalidemle bize küçük bir hediye göndermişti. Ben de buraya gelirken eşimin de isteği ile kendisine küçük bir hediye getirdim. Yaşlıca, sevevecen, görgülü, her halinden kültürlü olduğu belli olan bir hanımefendi. Dün eşim pencereden onu evimizin bahçesine girip kapımıza doğru gelirken gördüğünde kapıyı açmak üzere hareketlenmiş ama o kapıyı çalmadan geri dönüp gitmiş. Bir süre sonra eşim kapıyı açtığında kapının önüne bırakılmış bir hediye paketi olduğunu görmüş. Üzerinde kimden geldiğine dair bir not bile yokmuş. İçinde yeni doğan oğlumuz için bir giysi varmış. Neden böyle bir şey yaptığını sorduğumda eşim, bizim de ona karşılık olarak bir hediye vermememiz, yani kendimizi bunun için sorumlu hissetmememiz ve onun bizi tebrik etmek için güzel bir hediye vermek isteyerek böyle davranmış olduğunu söyledi. Söyleyecek bir şey bulamıyorum..
(Not: Japonlarda yeni doğan bebek için hediye verildiğinde bebeğin anne-babasının da hediye verenlere verdikleri hediyenin fiyatının yarısı kadar bir hediye vermesi gerekir şeklinde bir adet var.)

***
Cumertesi günü yeğenlerimiz Airi ve Ryo'nun (10 ve 6 yaşlarında iki kardeş) okulunda spor festivali düzenlenmişti. Bıcır bıcır çocuklar, kendi yaş ve sınıf gruplarına göre, kırmızı ve beyaz takımlar olmak üzere yarışmalar ve gösteriler yaptılar. Okul bahçesinde bu yarışmaların ve gösterilerin yapıldığı alanın çevresi velilere ayrılmıştı ve onlar da fotoğraf makineleri, video kameraları ellerinde, çadırlı, tenteli, şilteli, şezlonglu, termoslu, resmen kamp kurup bu gösterileri izlediler; ben de dahil.


                                          Spor Festivali'nden Görüntüler
 Sabah dokuzdan öğlen üçe kadar süren bu organizasyon, geleneksel olarak her sene Japonya'daki tüm okullarda yapılıyor. Seneler önce bu okuldan mezun olan ve bebeğe bakmak üzere evde kalan eşime izlediklerimi anlattığımda kendi zamanındakiyle aynı düzende yapılmış olduğunu söyledi. Bizim onlarca senedir yapılmakta olan 19 Mayıs gösterilerimizi sütle zehirledikleri öğrenciler üşüyor diye iptal etmeye kalkanlar bu işe ne der bilmem.

Okulda ilgimi çeken şeylerden biri de çeşitli yerlere dizilmiş olan saksılar ve küçük alanlara ekilmiş olan sebzelerdi. Saksıların üzerinde isimler yazılıydı. Okulda öğrencilere bitki ve sebze yetiştirmek gibi şeyler de öğretiliyor ve saksılar onların sorumluluğuna veriliyor. Çifçi bir babanın oğlu olarak henüz meyvesini vermemiş ağaçları, sebzesini vermemiş bitkileri yapraklarından, şekillerinden uzaktan da görsem tanırım. Japonya'da ise çocuklar bunları örenciyken okulda öğreniyorlar ve yetiştirme şansına bile sahip oluyorlar.


Bu sabah en sevdiğim insanlardan birini, eşimin 80 küsur yaşındaki amcası Kiyo-chan'ı ziyaret ettik. Önceki gün bizi kısa bir süre ziyaret eden oğlu ve gelini de oradaydı ve böylece onlarla sohbet etme fırsatı da buldum. Haftaya pazartesi günü birlikte balık tutmaya gitmek üzere sözleşip ayrıldık. Yani haftaya bizim evde bir balık ziyafeti olacak diyebilirim.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Oğlum ve Tekrar Japonya

Doğumundan 12 gün sonra oğluma kavuştum.

Beklemek zorunda olduğum ve beklediğime değmeyen sabırsızlık ve hasret dolu günleri geride bırakıp nihayet dün Japonya'ya vardım ve oğlumu ilk kez gördüm, kucakladım, kokladım. Hissettiklerimi tarif edebilecek kelimeler bulamıyorum. Bu yüzden denemeyeceğim. Bugüne kadar sadece resimlerini gördüğüm oğlum çok hareketli. Kolayca uyuyor ama uykuda da hareket ediyor ve sürekli ayaklarıyla örtüsünü açıveriyor. Dün gece sabah saat beşe kadar onu izlemekten uyuyamadım. Ancak anlatılanlardan bildiğim üzere bizi bekleyen daha çok uykusuz geceler olacak.

                                            Oğlum ve ben

Böylece beşinci kez geldiğim Japonya'daki en anlamlı, en güzel ziyaretim başlamış oldu. Bugün eşimin ve bebeğin kontrolü için gittiğimiz hastanede, doktor ve hemşirelerle de tanıştım. Aylardır görmediğim yeğenlerime (eşimin kardeşlerinin çocuklarına) hediyeler verdim, birlikte oyunlar oynadık. Haftasonu da okullarındaki spor festivalini izlemeye gideceğim.

Kayınvalidem bugüne kadar tanıdığım en çalışkan insan. Yoji Yamada'nın 'Kaabe' diye enfes bir filmi vardır. O filmdeki anne, insanları hayran bırakan ve izlerken 'ben meğer şimdiye kadar hiç çalışmamışım' dedirten bir kadındı. İşte ben kayınvalidemi o filmdeki kadına benzetiyorum. Kendisinden çok diğer herkes için çabalayan böyle bir insan az bulunur. Eşime bu fikrimi söylediğimde ise kendisinden "Japonya'da herkes böyle" yorumunu alıyorum. Gene de ben halen kayınvaldemin özel olduğunu düşünüyorum. Annemi de yabana atacak değilim ama annemin başında sadece ben ve babam vardık, kayınvalidemin başında ise büyüttüğü üç çocuk ve benimkiyle beraber 5 torun var.

İşte bu kadınla, bugün belki 30 senedir yapmadığım bir şey yapıp bezelye ayıklamasına yardım ettim. Çocukken anneme de yardım ederdim çünkü benim için o da bir oyundu. Daha sonraki senelerde ise hep ayıklanmış şekliyle satılır oldu. Neyseki o zamandan bugüne pek de hamlamamışım. Hemen hemen tüm sebzeleri olduğu gibi bahçede kendisinin yetiştirdiği yeşil ve kırmızı bezelyeleri ayrı ayrı ayıkladık.

                                          Bezelye ayıklarken

Şimdi de gece mesaime başlayıp tekrar oğlumu izlemeye koyulacağım(Japonya Türkiye'den 6 saat ileride). Bebeğin doğumuyla birlikte ve benim gelmemden önce günde sadece 1-2 saat uyumuş olduğunu söyleyen eşim dün gece ilk kez benim yardımımla biraz daha fazla uyuyabilmişti. İşte şimdi tekrar onun biraz daha fazla uyuyabilmesi için izlemeye doyamadığım oğlumun yanına gidiyorum.

10 Mayıs 2012 Perşembe

BABA OLDUM

Oğlum Eren'im 10 Mayıs 2012 günü yani bugün dünyaya geldi.
Baba oldum..
Daha başka ne diyebilirim ki..

En kötüsü eşimin, oğlumun yanında olamamak,
Görememek, kokusunu duyamamak, dokunamamak,
Kulağına fısıldayamamak, sesini işitememek.

En kötüsü burada kaldığıma değecek mi değmeyecek mi bilememek.

En iyisi
Baba olmak.

Hoşgeldin oğlum.