17 Ocak 2012 Salı

Rauf Denktaş'a Hürmeten

5 senem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde geçti.
Dört sene üniversite öğrenciliği, bir sene askerlik yaptım.
Çok güzel anılarım vardır o küçük ülkede.

Geçirdiğim seneler içinde Rauf Denktaş'la iki kez karşılaşma imkanım oldu. Hele birinde neredeyse çarpışıyorduk. Öğrenci yurdu gibi ikamet ettiğim Lefkoşa'daki Lapethos Otel'de bir toplantı ya da tören vardı. Denktaş da bu toplantıdaydı. Kuzey Kıbrıs'ta sık sık elektrik kesilirdi. Elektrik kesildiği zaman bizim otelde jeneratör çalıştırılırdı. O gün de elektrik kesintisi olmuştu ama jeneratörde bir arıza vardı. Bir süre çalışıp duruyordu. Tekrar çalıştırıyorduk, tekrar duruyordu. Otelde uzun süredir kalmakta olduğumuz için artık personel ile arkadaş olmuştuk ve o özel günde elimizden geldiğince(kalan diğer öğrencilerle birlikte) onlara yardım ediyorduk. En son tekrar elektrik kesilince teknisyen arkadaşa haber vermek üzere telaşla merdivenlerden yukarı doğru fırladım. Ancak anlaşılan Rauf Denktaş bu sık kesintiler sonrası gitmeye karar vermişti ve merdivenlerden iniyordu. Tam burun burunayken farkedip kenara çekilebildim. Bana gülümseyerek inmeye devam etti. Kendisi önde yürüyordu, birkaç kişilik heyeti de arkasından geliyordu. Son derece mütevazi bir tavırla, insanları selamlayarak otelden ayrıldı.
KKTC'de İrtibat Subayı Olarak Askerlik Yaptığım Dönemde

Rauf Denktaş'ın geçen Cuma günü vefat etmesiyle Türk Dünyası'nın gerçek anlamdaki son özgürlük ve bağımsızlık mücadelecisi de kaybedilmiş oldu. Benim de şahit olduğum, Kuzey Kıbrıs'taki yeni nesil, özgürlüğün ve bağımsızlığın nasıl bir nimet olduğunu bilmiyor. Tıpkı Türkiye'dekilerin Cumhuriyet nimetini anlayamadıkları gibi. Kendilerine ölüm korkusunun olmadığı bağımsız bir ülke kazandıran bu insanın kıymetini asla bilemeyecekler.

Kuzey Kıbrıs, Rauf Denktaş'ın ölümüyle teslimiyet sürecine girmiş bulunuyor. Türkiye'de de Kuzey Kıbrıs'ı ikram etmek üzere tepsiye koymuş bir yönetim var; gidecek gibi de görünmüyor.

Bugün toprağa verilen Denktaş'ı büyük bir sevgi ve saygı ile selamlıyor, Allah'tan rahmet diliyorum.

11 Ocak 2012 Çarşamba

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ben, çocukken derslerde gördüğümüz Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni, zannederdim ki gençlere hitaben yazılmış, derslerde ele alınan bir ünite. Bugün 37 yaşındayım ve görüyorum ki Atatürk bu hitabede tam da bugün yaşadığımız Türkiye’nin resmini çizmiş ve bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Bakınız nasıl bir dehanın sesi yankılanıyor 1927'den günümüze:

"Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir."

-
Bunun, gerçekten de tüm özgürlüklerin kısıtlanmakta olduğu bugünlerde en öncelikli edinmemiz gereken bir görev olduğunu görmemek mümkün değil. Cumhuriyet’in ne kadar büyük bir nimet olduğunu onu kaybetmeden önce anlamamız gerek. Uyanmak için çok geç dememeliyiz.

***
"İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır."
-
Yani Haçlı Batı Emperyalizmi ve onun içimizdeki hizmetkarları. Maalesef bu hizmetkarları kendi ellerimizle başımızın üstüne getirdik.

***
"BİR GÜN, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!"
-
Kendi çıkarlarımızı düşüne düşüne geldiğimiz, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılıkla geldiğimiz, Atatürk’ün 1927’de bahsettiği o gün işte bugündür. İstiklalimizi (bağımsızlığımızı) ve cumhuriyeti savunmak durumunda olduğumuz gün bugündür. Artık bizim için aynı şeyleri yapmış olan atalarımız gibi bizim de içinde bulunacağımız durumu düşünmeksizin, korkmaksızın görev edinmemiz gerekmektedir.

***
"Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir."
-
Evet, Haçlı Batı Emperyalizmi, hele hele içerideki hizmetçileriyle de çok çok güçlü bir durumdalar. Ama unutmayalım ki, Atatürk’ün zamanında da o dönemin şartlarında en az bu kadar güçlü idiler. Atatürk’ün dediği gibi vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş durumda. Ülkenin tüm doğal kaynakları, para getiren şirketleri, iletişimi, istihbaratı vs. yabancıların elinde; kabotaj kanunuyla millileştirilmiş tüm limanlar yabancılara(düşmanlara) verildi, ordu komutanları terörist damgası vurularak hapse atıldı, gazeteciler ve yazarlar öyle.

***
"Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler."
-
Bundan daha isabetli bir tespit olabilir mi?

***
"Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir."
-
İşte şu an bu durumda değiliz ve bu duruma düşmeyi de beklememeliyiz.

***
"Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"
-
Atatürk’ü tekrar minnetle anıyorum. Artık görev bu milletindir, hepimizindir.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Dayım Ergüven Merkezli

Dayım Ergüven Merkezli, 1992 yılında hayata gözlerini yumduğunda 49 yaşındaydı. Annemin kardeşleri içinde en küçüğü idi ama hayata ilk veda eden o oldu. Adana Demirspor’un sutopu takımında oynamış, Türkiye Sutopu Milli Takımı'nda 100e yakın kalecilik yapmış bir sporcuydu. Onun oynadığı Adana Demirspor Sutopu takımı Yenilmez Armada olarak anılırdı ve Türkiye’de üstüste kazandıkları şampiyonluklar vardı. Dayım, milli takımda katılmış olduğu Balkan Şampiyonası’nda en iyi kaleci seçilmiş. Hatta aile dostumuz Ruhi amcanın anlattığına göre rakip takımlardan birinin hocası “bizde bir Ergüven olsaydı bu turnuvayı biz kazanırdık” demiş. Bu kadar önemli bir sporcuydu ama önem verilmeyen bir spor dalındaydı.

25 Aralık 1992 Tarihli Gazete Küpürü

Ben çocukken Adana’da yüzme hocalığı yapıyordu ve zaten ben de yüzmeyi ondan öğrendim. Çocukluğumun çok güzel hatıraları vardır o havuzda. O zamanlar bile havuzdaki yüzme eğitimindeki disiplini çok iyi hatırlarım. Dayımın bana yüzme öğretirken kullandığı sözler hala hatırımdadır. Yüzmeye ve sutopuna verilen önemin kaybolmasıyla o displin de sonraki senelerde kayboldu. Havuzdan tanıdığım pek çok sporcu ağabeyimi daha sonraları liseler arası basketbol karşılaşmalarında hakemlik yaparken gördüm. Hayat o sporcular için ve dayım için çok zor geçti.

Dayım ve Ben, ~89-91

Dayım, çocukluğum boyunca, artık ben havuzu bırakmışken de, hemen hemen her öğlen bize gelirdi. Annemin yaptığı yemekleri çok sever ve her zaman överdi. Annem de onun geleceğini düşünerek yemeklerini fazla fazla yapardı. "Hastane yemeği" diye nitelediği karısının yemeklerinden kaçar annemin yemeklerini yemeye gelirdi. Hem de annemle biraz dertleşirdi. Erken ve ani ölümü en başta annem olmak üzere tüm ailemizi en çok sarsan olaydı.

Geçenlerde babam hakkında yazarken değinmiştim. Hayatta en çok onun ölümüne yandım derken bahsettiğim kişi Ergüven dayımdı. Şöyle bir interneti araştırdım ve onun hakkında hiç bir bilgiye ulaşamadım. Ölümünün yıldönümünde ben bir şeyler yazmak istedim. Birileri olur da onu hatırlar, internette aramaya kalkarsa belki bu sayfayı bulurlar.